Rengârenk horozlar/ Raşi’nin kızları

“Kişinin kalbini üç şey iyileştirir; ses, görüntü ve koku. Kişinin maneviyatını üç şey yükseltir; güzel bir ev, güzel bir eş ve güzel eşyalar”. (Talmud, Berahot Risalesi)

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
4 Kasım 2009 Çarşamba

Stalin tarafından 1932 yılında Sovyet vatandaşlığından atıldığındaLev Troçki’nin uzun bir süre Büyükada’da yaşadığını biliyordum ama resmin en ünlü üstatlarından Marc Chagall’ın Rusya’dan Fransa’ya göç ederken bu adada konakladığını yeni öğrendim.

Açılışı Gazze olayları nedeniyle bir yıl ertelenen ve 24 Ocak’a kadar gezilebilecek olan Chagall: Yaşam ve Aşk başlıklı sergide sanatçının Kudüs İsrail Müzesi’ndeki çizim, illüstrasyon ve desenlerinden oluşan 160 eseri yer alıyor.

Suna ve İnan Kıraç Vakfı Kültür ve Sanat İşletmeleri Genel Müdürü M. Özalp Birol Chagall’ı şöyle tanımlıyor: “Rus doğup Fransız ölmüş birisi. Ancak köklü bir Yahudi geleneğini benimsemiş biri. Onlardan biri gibi değil tamamen onlardan birisi.”

Chagall’ın eserlerinde, II. Dünya Savaşı’ndaki karamsar tablo ve soykırıma rağmen sevgi var, havada uçan âşıklar, çiçekler, kuş başlı insanlar, rengârenk horozlar var.

Açılış resepsiyonunda, Proje Asistanı Tanya Bahar, HahambaşıRav İsak Haleva’ya açıklamalarda bulunurken resimlerdeki horozların ne anlama geldiğini sordum. Bana Yahudi geleneklerinde horozun önemli bir yeri bulunduğunu, yaşam enerjisini simgelediğini, her sabah horozların ötmesi ile yeni bir günün başladığını açıkladı.

Rav Haleva da; ‘Sabah Berahaları’nda okunan; “Kutsalsın Sen Tanrı’mız. Evrenin Kralı, horoza gündüzü ve geceyi ayırt etmesini sağlayan anlayışı veren” sözcüklerini anımsattı.

Şalom’dan Robert Schild dostum ile bir sohbet sırasında, Yahudiliği bir meyveye benzetirsek çekirdeğini Tora’nın, özünü geleneklerin, kabuğunu da kültürün oluşturduğunu söylemişti.

Chagall’ın sergisini gezerken bu parametrelerin her Yahudi cemaatinin önceliklerinde yol gösterici olması gerektiğini düşündüm.

Noah Gordon’un “Hekim”i ile Dan Brawn’ın “Da Vinci Şifresi” tadında, Çağdaş Kabala’nın babası sayılan Isaac Luria’nın öğrencisi Chaim Vidal’ın gizemli yaşam öyküsünü dile getiren Geert Kimpen’in “Kabalist” romanını keyifle okuyup bitirdikten hemen sonra önüme yine çok ünlü bir din bilginin yaşam öyküsünü temel edinen Raşi’nin Kızları kitabı geldi.

“Raşi’nin Kızları” California’da yaşayan Maggie Anton’un üç kitaplık dizisinin ilki ve ilerde Raşiolarak tanınacak Ortaçağ din âlimi Salamon ben Isaacın en büyük kızı Yohevet’in adını taşıyor.

Talmud yorumları yazan Salamon ben Isaac, 11. yüzyılın Avrupa’sında toplumun şiddetle karşı çıktığı bir eğitim aktarımını gizliden gizliye gerçekleştirir ve kızlarına Talmud öğretir, hatta Tefilin takmalarına bile izin verir.

Mişna’da şöyle yazar: “Kadınlar, köleler ve reşit olmayanlar Şema okumaktan ve Tefilin sarmaktan muaftır. Ancak dua ve mezuza koyma emrine mecburdurlar” ve Raşi şu açıklamayı getirir: “Kadınlarla kölelerin bunlardan muaf tutulmalarının nedeni, kölenin zamanının efendisine, kadının zamanın da kocasına ait olmasıdır”. Ancak muaf olmak bu ‘mitsva’ların (sevapların) yerine getirilmesinin yasaklandığı anlamına gelmez.

Kitap son derece etkileyici, sürükleyici bir anlatımla bir yandan tarihin farklı bir döneminde, o dönemin gelenekleri uyarınca gözden uzak yaşayan kadınların yaşamına odaklanıyor, diğer yandan da Talmud (Gemara ve Mişna)  tartışmaları ile bizleri bilgilendiriyor.

Kitapta, babaların iki genç nişanlı, Yohevet ve Meir’i evlilikte dikkat etmeleri gereken davranışlar konusunda eğitmeleri, belki günümüzde dahi oldukça cüretkâr, alışılmadık bulunabilir. Zifaf gecesi bölümünün oldukça erotik ve müstehcen olduğunu düşünenler de çıkabilir. Ne de olsa aradan on asır geçti!... 

Yine “Raşi’nin Kızları”nda, Samuel’in, okuması için oğlu Meir’e uzattığı, Talmud’un eki Kala (Gelin) Risalesi’nden bir alıntı: “Erkek kadına zevk vermeli, ona sarılmalı ve kendini cinsel ilişki ile kutsamalıdır. Çirkin bir dil kullanmamalı ve kadına hürmetsizlik etmemelidir ancak onu okşamalar ve türlü sarılmalarla tahrik etmeli ki, hem kendi arzularını, hem de kadının arzularını tatmin edebilsin.”

Bu kitabı okurken hem Ortaçağ Fransa’sındaki tutkulu bir aşkın resmini izleyecek, hem de kendimizi gerçekten Raşi’nin öğrencisi gibi hissedeceğiz.