Terörü anlamaya çalışmak

Geçen hafta ABD’nin İstanbul Başonsolosluğu’na düzenlenen ve üç polisin şehit olduğu terör girişimi bir süre için gündemde Ergenekon soruşturmasını geri plana itti. Dünya kamuoyu ülkemizde işlenen bu menfur saldırıyı kınadı.

Yakup BAROKAS Köşe Yazısı
16 Temmuz 2008 Çarşamba

Geçen hafta ABD’nin İstanbul Başonsolosluğu’na saldırı düzenleyen teröristlerden  birinin iki yıl önce Afganistan’a giderek Selefilik ve terör eylemleri konusunda eğitim aldığı açıklandı. Ayrıca, Türkiye’nin ABD ile işbirliği içinde El Kaide örgütüne karşı önemli operasyonlar düzenlediği ve bu saldırının Gaziantep’de öldürülen dört örgüt üyesine misilleme oluşturabileceği iddia edildi.

Dünyanın dört bir yanındaki Amerikan resmi kuruluş ve tesisleri bu tür saldırıların hedefi olabiliyor. Ancak El Kaide terör örgütü genellikle ABD Konsolosluğu’na gerçekleştirilen son saldırıdan daha büyük çaplı, daha görkemli (?) intihar eylemleri düzenlemekte.

El Kaide terörünü, Türkiye topraklarında, daha önce ilk kez 2003 yılında, Şişli Beth-İsrael ve Neve-Şalom Sinagoglarına düzenlenen eş zamanlı  saldırılarda  tanımış, ardından da HSBC Bank’ın Levent’teki Genel Müdürlük binası ve İngiliz Konsolosluğu’ndaki intihar eylemlerine tanık olmuştuk.

O günlerde dehşetin karelerini gazetemize yansıtırken “Terörü anlamaya çalışmayın” başlığı altında; “Uluslararası terörle, kimden gelirse gelsin, çağdaş hukuk normları çerçevesinde topyekün ve ödünsüz mücadele edilmediği müddetçe bu canavarın yeryüzündeki hükümranlığı devam edecektir” diye yazmıştık “Şalom” imzalı başyazıda. 

Ne yazık ki, terör o gün bu gün dünyada hükümranlığını sürdürüyor, hem de daha da güç kazanarak…

2003 yılında,Türkiye’de, El Kaide’nin üstlendiği saldırıların ortak yönü, ABD’de İkiz Kuleler faciasında olduğu gibi,  intihar eylemlerinin eş zamanlı olmalarıydı.  Her saldırı el yapımı, ancak tahribat kabiliyeti yüksek bombalarla düzenlenmişti.

Ne var ki  bu farklılıklardan bir sonuca ulaşmak olası görünmüyor. Çünkü uluslararası terör aynı kaynaklardan destek alıyorsa da bağdaşık bir yapıya sahip değil, farklı ülkelerde farklı taşaronlar kullanıyor veya örgüt ideojisi ile özdeşleşen bağımsız yerel unsurlar tarafından uygulanıyor.

Evet ‘terörü anlamaya çalışmak’ bizleri bir yerlere götürmüyor. Ama Hürriyet Gazetesi köşe yazarı Bekir Coşkun’un bir yazısında ifade ettiği gibi; “İslam’ın,tüm dünyada artık ‘terör’ ile birlikte anılması ve terörü çağıştırması” dinin siyasete alet edilmesinden rahatsız olan pekçok sağduyulu kimseyi fazlasıyla tedirgin ediyor. ‘Din adına’ üç gencecik güvenlik görevlisinin öldürülmelerini  anlamak tabi ki mümkün değil…

Nasıl ki bir hafta önce Küdüs’te İsrail vatandaşı bir Filistinlinin Tekbir getirerek iş makinesinin kepçesi ile sürüklediği otobüsteki üç masum kişinin ölümüne ve pekçok kimsenin yaralanmasına yol açmasını anlamanın mümkün olmadığı gibi…

Ve terör çılgıncasına yoluna devam ediyor, etki alanını her geçen gün genişleterek; Gazze’de Hamas ve İslami Cihad, Lübnan’da Hizbullah, Afganistan’da Taliban rejimleri İran’ın  desteği ile yeni mevziiler elde ediyor, bölgeyi kuşatıyor.

Mısır, Ürdün, Körfez ülkeleri durumdan tedirgin, ancak asıl hedefin ABD ve İsrail’in yanı sıra Türkiye’nin de olduğu anlaşılıyor. Demek ki, Türkiye’nin İsrail ile Suriye arasında etkin bir arabuluculuk görevi yüklenmesinden  ve Türkiye-Irak yakınlaşmasından hoşnut olmayan güçler var.

İran, uzun mevzili füze denemeleri yaparak bir yandan  ABD ve İsrail’e gözdağı vermeye çalışırken, diğer yandan da ABD Konsolosluğu’na düzenlenen saldırı ile, bazı mihraklarca Ortadoğu politikası yönünden,  Türkiye’ye  bir mesaj gönderilmek istenmiş olabilir.

Soruşturma sonucunun kaygılarımızda bizi haksız çıkartmasını umalım.