Almamanın dayanılmaz iradesi

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
12 Kasım 2008 Çarşamba

Tabiri caizse ‘kazık yemek’ten fazla rahatsız olmuyorum da aldatılmaktan feci halde huzursuzluk duyuyorum. Cep telefonlarına sık sık gelen mesajlar malum. Şurada indirim, bu kadar taksit, artı şu kadar ekstra puan... Bunların yanısıra, henüz kasım ayını yarılamamışken, kimi dükkanlarda ‘ %50’ye varan indirim’ yazıları göz alıcı renklerle vitrinleri süslüyor. Küçük bir ayrıntı %50 kocaman puntolarla yazılırken, yanındaki iki sözcüğü –ye varan- ı okumak için büyüteç gerek. Dükkandan içeri girip bakındınız. İlaç için bir tek çift ayakkabıda ne %40 ne de %50lerde bir indirim yok.Geriye kalıyor %20 ve %30lu etiketler. Oysa aynı dükkan bir hafta öncesine kadar malını satarken zaten  %25 indirim, istendiğinde de yedi taksit yapıyordu. Kendimi fena halde aldatılmış hissettim. Pazarlamada buna ne denir bilmiyorum,ama bana hiç hoş gelmedi. Bir şey almamanın dayanılmaz iradesiyle dükkandan çıktım.        

* * *

Cep telefonlarının bir iletişim mucizesi olduğu yadsınamaz. Tabii gelen mesajlar doğrultusunda zihinleri meşgul etmesi ve dikkatleri dağıtması ayrı bir konu. Her sinyal geldiğinde ekrana bakmayabilirsiniz de.. Telefon şirketlerinin bir kampanyası olan haftanın iki günü ‘bedava’ konuşabilme hakkını da gene aynı ekrandan öğreniyorsunuz. Dolayısı ile sessiz bir çalışma ortamında; ‘Ay, bugün bedava günüm, konuşmalıyım’ nidasına artık her yerde tanık olabileceğiz.

Bu iletişim harikası bazen bir mucize, kimi zamanda bir ses ve görüntü kirliliği...

Hoş, bu sistem reklamcılık sektörü ile iç içe geçmiş durumda. Tıpkı büyük marketlerde olduğu gibi. Birini alınca, ikincisi yüzde elli indirimli... ile başlayan indirim karmaşası.. kasaya gelindiğinde aynı hızla devam eder. Marketin indirimli kartını gösterirsiniz, 50 lira ve üstü alışverişler için 21 liralık  x kavanozunu 5 liraya alabilirsiniz, ama 7 lira eksiğiniz var. “7 liralık mal alın, kartınızda da birikmiş paranız var düşeriz” Harika.. Arkanızda uzayan kuyruğa bakarsınız gereksiz eşya da istemezsiniz. En iyisi süt almak. Siz eşyaları naylon torbalara doldururken, eşiniz bir koşu gidip sütleri alır. Ballar, sütler, sebzeler altta, ezilmemesi gereken domatesler, muzlar üstte, kredi kartı ve indirimli kart kasadaki bayanda, bir an önce çıkmayı düşlersiniz. Birden ‘klink’ ve bir daha ‘klink’. Ve kasiyerin sevimli açıklaması; “Kusura bakmayın, sistem cevap vermiyor, nakit düşemiyorum. İsterseniz yan kasaya gidin” Yan kasada kuyruk uzun mu uzun. Sistemin de garantisi yok, artı acelemiz var.Tabii ekstradan aldığımız sütleri, balları, da çıkarmak zorunda kalır,bir sinir dışarı çıkarsınız. İşte dikkat etmeniz gereken iki unsur; “sistem” ve “indirim”.

* * *

İsteğimiz dışında gelişen olaylara çare bulamayabiliriz. Bir de özgür irademizle  bağımlı olduğumuz ,özellikle reklama dayanmayan bir olgu var, o da ‘moda’...

Her nedense Batı standardına uygun yaşayan  Türk kadını kalıplara dayanan moda alışkanlığından bir türlü vazgeçmez. Tek tip botoks yüzler, tek tip saç kesimleri, örnek olarak sayabileceklerimiz arasında. Yakışıp yakışmadığı önemli değil. Ama son trend, görülesi bir olay. Kadın bedenini sanal olarak üç parçaya bölün. İşte bu üçte bir parça boyunda üretilen kocaman çantalar mevsimin ‘in’leri arasında. Manken boyu insanlara yakışan bu çantalar şimdi çoğu kişinin kolunda. En çok da kısa boylulara yakışıyor....

Biraz daha özgün olunamaz mı?