Tenten Afrika’da

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
9 Nisan 2008 Çarşamba

İki yıl kadar önce e-postama bir yazı geldi. Halen yurtdışında yaşayan Türkiye kökenli bir bey, yazdığı bir romanı Gözlem’de yayınlatmak istiyordu. Az ve öz cümlelerin sonunda bir imza vardı: Anatoli Tolya Filiz.

Henüz içeriğini bilmediğim kitabın konusundan ziyade imza fazlasıyla ilgimi çekti. Hergün duyduğum sıradan isimlerden değildi. Doğru sözcükleri tam olarak yansıtamıyorsam da, biraz gizem, biraz da merak uyandırıyordu.

* * *

Kitap editörümüz Gila Erbeş’e yönlendirdiğim söz konusu e-posta sayesinde ilerleyen zamanlarda, Tolya Filiz’le Gila bazen günde üç kere kah Skype’de, kah telefonda en küçük ayrıntıları konuştular.

* * *

Romanın taslağı elimize geçtiğinde, kitabın henüz adı yoktu. Çok da önemli değildi. Zira yayınlama talebi ile Gözlem’e ulaştırılan her kitap, ilk önce yayın kurulu tarafından okunur. Sonra ortak bir karar alınır. Tolya Filiz’in yazdığı taslakların bir kopyası da bana geldi. Okumaya başladığımda, kitabın ara başlıklarına göz attım. İnanılır gibi değildi, sanki hayatımdan kesitler sayfaların arasında diziliydi.

Kitabın içeriğini oluşturan Ayaspaşa, Büyükada ve Kongo (eski Zaire) ile farklı zaman ve boyutlarda da olsa yaşadığım ve/veya duyduğum olayları bir kez daha anımsamak, hediye paketini açan bir çocuğun sevincine eşdeğerdi.

Ayaspaşa, hangi vesile ile gittiğimi anımsamadığım; anneannemin arkadaşları  Madam Anna ile kocası Mösyö Levi’nin oturdukları yüksek tavanlı apartman dairesinin bulunduğu yer ve evdeki yaşamdı benim için. Her pazar öğleden sonrası biraraya gelen 4-5 aile sırayla bir evde toplanırlardı. Önce oyun oynanır (iskambil) sonra ara verip kolalı örtülerin serildiği çay sofrasına geçilirdi. Sözde ‘hafif’ olan bu sofralar akşam yemeğini aratmazdı. Sonra ‘oyun’ devam ederdi. Leviler’in denizi gören evleri pencereden bakıldığında ne kadar büyülü idiyse, evin içi koyu renk mobilyalarla bir o kadar ürkütücüydü. O evdeki en canlı hayat emaresi güzel ve yeni evli sayılan kızları Rena idi. Rena hep etkileyici olmuştu. Evlerinin mimarisi ile, Ayaspaşa’ya giderken izlediğimiz yol, sadece çocuk yaşlarımda değil, hala çok sevdiğim bir güzergahtır.

* * *

Kongo’da ne işim olabilir?

Olmadı da zaten. Ancak yıllar boyu kuzinim Lora ve eşi Avraam’dan sonradan Kongo adını alan Zaire hakkında o kadar çok öykü dinledim ki. Uzaktan da olsa, anlatılanlarla özdeşleştim.

Çocuk yaşta Türkiye’den göç eden Lora, eşini tanıdıktan sonra birlikte gençler için olanakların çok olduğu Kongo’ya taşındılar. Eşi, dünyanın dört bir yanına dağılmış kardeşlerini de yanına çağırdı. Ailelerin biraraya gelmesi kimliğimizin bir parçası sanki. Kimi kez dağılıyor olsalar da...

Loralar’ın Zaire’ye gittiklerine bir türlü inanamamıştık. Afrika, bilinmeyenler diyarı... Aradan yıllar geçti. Lora her fırsatta ailesiyle İstanbul’a geldi. Her seferinde hediye olarak el oyması tahta maskeler, heykeller ona eşlik etti. Ev işlerine yardım edenlerin çokluğu bizi şaşırtırdı. O kadar ki, babam Lora’ya takılır: “Sağ ayağını bir kişi, sol ayağını başkası mı yıkıyor?” derdi. Kuzinim hala Kongo’da. Ancak globalleşen dünya sayesinde kızlarını ve torunlarını görmek için üç kıta arasında dolaşıyor.

 * * *

Ya Büyükada? Her dönemin, her yaşın tutkusu. Kumsalda ‘Horoz’ lakabıyla bilinen iri cüsseli Berç Yervant’ı anmanın tam zamanı sanki. Tekne bakımı ve balıkçılıkla geçinen iyi kalpli “küçük dev” yardımseverliği ile tanınırdı.

Bu hafta bir kitap tanıtımı yapmam istendi. Adı: İstanbul, Seni hiç terk etmedim ki... Benden beklenen formatta bir tanıtım olmadı. Ne yapabilirim? Reklamın iyisi kötüsü olmaz.... Lütfen gazetenin 14. sayfasını açın ve alt kısımdaki yazıyı okuyun. Seveceksiniz...