KUTSAL ŞABAT

Luiza UÇKİ Köşe Yazısı
27 Şubat 2008 Çarşamba

Sultana, dört çocuk sahibi bir kadındır. Durmadan ailesi için çalışıp didinir. Bulaşık makinelerinin, buzdolaplarının olmadığı bir dönemde kalabalık bir aileye bakmak, kolay değildir.

O, bununla da kalmaz. Her Perşembe pazara gider Cuma akşamı için alışveriş yapar. Cuma günleri mutfaktan çıkmaz. Kutsal Cuma gecesi evine kimlerin, kaç kişinin geleceğini de bilmez; çünkü eşi her Cuma akşamı sinagoga gider. Kimsesi olmayanları, ziyaretçi olarak gelenleri, hepsini toplayıp eve getirir. Onlar bunu görmüşlerdir annelerinden babalarından bunu görmüşlerdir. Ebeveynleri onlara: “Kutsal Şabat gecesi eve misafir çağırmak en büyük mitsvadır (sevaptır)” demişlerdir.

Sultana; seve seve yapar yemeklerini. Birikte Kiduş duasını okurlar, söyleşirler. Birliktelik, paylaşım herkesin yüzüne tatlı bir güzellik verir. Sultana biraz yorulur ama kalbi doğru birşeyler yapmış olmanın tatlı heyecanıyla huzurludur. Onlar için en önemli servet de huzurdur zaten. Mesut hayatlarına her cuma renk katılır. Yalnız onlar değil onlar gibi birçokları ailelerinden yalnız kalmış dulları, durumları iyi olmayan akrabalarını çağırırlar evlerine. Kibirden, gösterişten çok uzaktadırlar Şabat’ın kutsallığını leziz yemeklerin, tadına doyum olmayan sohbetlerin eşliğinde. Herşeye şükrederek, her küçük olaydan bir güzellik bularak şamalarını sürdürürler.

Yıllar yılları takip eder. Sultana’nın çocukları teker teker evlenir. Onların mali durumu da giderek iyileşir. Sultana’nın bir kızı Amerika’ya yerleşir. Bir diğeri başka bir memlekete gider. Bir kızı doktordur ve hep çok meşguldur. Kongrelerden kongrelere koşar. O da hayatanın sonbaharını en küçük kızı Vivyan’la geçirmektedir.

Birgün Vivyan ve ailesi tatile gideceklerdir. Vivyan kara kara düşünür: “Annem biz yokken ne yapacak? Çok şükür sağlığı yerinde ama birinin ona göz kulak olması gerek. İçim hiç huzurlu değil. Gitmesem mi? Çocuklara da söz verdim. Tamam kuzenime haber vereyim. Ben yokken halasına baksın. Ona uğrasın. Alt tarafı beş gün yokum ama olsun. Az mı emeği var annemin, kuzenim Dora’da.

Hep onları yemeğe çağırırdı. Küçükken her Şabat bize gelirlerdi. Dora’nın babası gencecikken ölmüştü. Annem ona hep “özel” davranmıştır. Onu bir başka sever”der kendi kendine. Hemen Dora’ya gider: “Canım benim, biz beş günlüğüne bir tatile çıkıyoruz. Annem sana emanet” der. Dora ona hiç merak etmemesini söyler.

Dora her sabah onların evine gider. Sultana ona kahve yapar. Birlikte sohbet ederler, eski güzel günleri yad ederler. Dördüncü gün gelmez, telefon açar: “Tant Sultana bugün sana uğrayamayacağım. Bu akşam Cuma misafirlerim var. Yemek yapmalıyım. İyi misin? Bir şeye ihtiyacın var mı?” diye sorar; ama tek başına olduğunu bildiği halde Sultana’yı evine çağırmaz.

Sultana yetmiş üç yaşındadır; hayatında ilk defa bir Şabat gecesi yapayalnızdır. İçinde tuhaf bir sıkıntı vardır. Masayı kurar. Şarap bardağını bile hazırlar; ama boğazına bir düğüm takılmış gibidir sanki. Sofraya oturamaz bile. Bir sürü yeğeni dostu akrabası vardır. Onu çağırmak tek kişinin bile aklına gelmemiştir. Kabahati kendinde arar: “Biz, bunu çocuklara öğretememişiz. Şabat akşamı kimse yalnız bırakılmaz. Şabat, birliktelik demek. Biz yoktan var ederdik. Şimdikiler vardan bu güzelim duyguları yok ediyorlar” diye düşünüp koltukta bir köşede uyuyakalır.

İki gün sonra kızı döner eve. Biraz durgundur. Sultana nedenini sorara. Kızı: “Üzülmeni istemiyorum anne. Biliyorum sen yeğenlerine çok düşkünsün. Özellikle Dora’yı çok seversin. Dora’ların evinde yangın çıkmış. Çok şükür onların bir şeyi yok; ama bütün ev cayır cayır yanmış. Senin ona olan aşırı ilgini bilirim. Küçükken hep onu eve alırdın. Babası olmadığı için ona ayrı önem verirdin. Hep bizdeydi. Her Cuma akşamı onu çağırırdın ve bizde kalmasını isterdin. Onu hep mutlu etmeye çalışırdın, canım anacağım benim. Az emeğin yok üstünde. Dualarımız onunla. Mutlaka Tanrı’nın yardımıyla bunu atlatacaktır” der.

Sultana gerçekten çok üzülür. Vivyan, onları evine çağırır. Şabat akşamı masaya oturulur. Sultana herkesi susturur: “Çocuklar, Şabat Allah’ın bize verdiği büyük bir hediyedir. Düşünün yüz yıllardır atalarımız her Cuma akşamı aileleriyle masanın etrafına oturuyorlar. Hatta etraflarındaki muhtaç insanları, yalnız kalanları bünyelerine alıyorlar. Bu, en büyük sevaplardan biridir. Bu güzel duyguları maalesef ben bu yüzyılda göremiyorum ve çok üzülüyorum. Lütfen siz bu hataları yapmayın. Şabatın güzelliğini, birlikte tadın. Kimseyi üzmeyin. Kutsal Şabat akşamlarında kimseyi yalnız bırakmayın. Bunu, ben bir kez yaşadım. Tarif edilmez bir acı! Yakınlarımızı hep kollamalıyız. Bu konuda daha duyarlı olup, benzer hatalar yapmamanızı diliyorum. Maneviyata hep önem verin, çocuklar” der. Etraftakiler mesajı almışlardır.

Bir daha bu hatayı yapmayacaklarından emin otururlar yerlerine birlikteliğin o tatlı, huzur verici sarhoşluğuyla..