Teröre karşı duruş nasıl olmalı?

Köşe Yazısı
16 Ocak 2008 Çarşamba

10. Uluslararası İstanbul Bienali’nin başlığında da yer alan, “Küresel savaş çağı” kavramı size neyi çağrıştırıyor bilemiyorum; ama ben tam anlamıyla böylesi bir zamanda yaşadığımızı düşünmüyorum. “Küresel savaş” kavramı, bana 20. yüzyılda yaşanılan iki büyük dünya savaşını hatırlatıyor daha çok. Bir genç olarak “iyimserlik” kelimesine sığınıyorum. Bana göre günümüzün küresel savaş alanı terörün ta kendisidir. Uzaklara gitmeye de gerek yok; çünkü terör ülkemizin ve dolayısıyla da cemaatimizin çok yakından tanıdığı bir sorun.

Terör ve nedenleri üzerine kapsamlı bir yazı sunabilecek yeterlilikte değilim. Elbet kendime göre düşünce ve tezlerim var; ama bu yazıda daha çok aktarmayı istediğim terörün gündelik hayatımıza olan etkileri. Yılbaşına bir hafta kala Mecidiyeköy’de bir bomba paniği yaşadık, son dönemde ürkütücü bir düzeyde birçok araç kundaklanmakta. Bu hafta Hrant Dink’i ölümünün birinci yılında anıyoruz (ki bu tür suikastları da terör kavramı içinde kabul ediyorum). İstanbul’da alışveriş merkezleri çoğalırken, sıkça toplu yerlerden uzak durmamız için uyarılar alıyoruz. Güvenlik, cemaatimizin en üst sıralarında yer alan hassasiyetlerinden. Bir de üzerine medyanın korkularımızı da bir sömürü kaynağı haline getirip, popüler kültüre malzeme etmesi eklenince, bu konu üzerine sağduyulu bir yaklaşım geliştirmemiz şart oldu! Ne paranoya, ne kaderci bir tutum, ne de umursamazlık bize yardımcı olabilir.

1987 ve özellikle 2003 saldırılarının gençlerin hayatlarına farklı bir yön verdiğine inanıyorum. Yaşadığımız çağ bizi yoğun bir bireyselleşme akımına sürüklese de, terör keskin bir biçimde birbirimizden sorumlu olduğumuzu hatırlatıyor. Öte yandan iletişim olanaklarının son derece güçlü olmasına karşın içsel bağlarımızın zayıfladığını düşünüyorsak, bu da küresel çağın sonucudur. Teröre karşı risklerin azaltılması için yoğun bir çaba veriliyor; bununla beraber bağlarımızı da güçlendirecek formülleri bulmalıyız. Bence üzerinde durulması gereken en önemli unsur aidiyet duygusunun yeniden pekiştirilmesi, güçlendirilmesidir.

Toplum, J.J. Rousseau’nun belirttiği gibi, ortak bir sözleşmenin ürünüdür. Her bireyin güvende olma, güvende hissetme ve yaşama hakkı eşit düzeyde olmalı. Bu noktada “güvenlik” gibi bir mesleği içime sindiremeyenlerdenim. Bir insanın diğeri için hayatını tehlikeye sokması adil midir? Öte yandan insan doğası bir yıkım gücünü de içinde barındırıyor, fazlasıyla! Güvenlik, muazzam bir ekonomi sahası... Teröre karşı mücadele ediliyor ve bunu iyileştirmek yine insanoğlunun elinde. Savaş yerine barış, silahlanma yerine entelektüel çaba desteklenmelidir. Einstein’ın, “Entelektüel Avrupa’nın önemli tarihsel kişilerinin çoğu barış yanlısıdır. Bu kişiler, içinde bulundukları uğraşın mantığı yüzünden bu düşüncededir” sözlerinden anlaşılacağı üzere entelektüel çaba, barışa açılan çok önemli bir kapıdır.

Son dönemde kalabalık mekânlara gitmemek konusunda ne zaman uyarı alsam, aklıma örneğin bir alışveriş merkezinde çalışmak zorunda olan bireyler geliyor. Onları da kapsayan bir düşünce tarzı geliştirelim. Uyarılarda elbette amaç olası bir tehdide karşılık an az düzeyde kayıp vermek; ama paranoyaların, yaygaraların, gereksiz söylemlerin gündelik hayatımızı baltalamasına izin vermemeliyiz. Verirsek, işte o zaman terör başarılı olur. İdeallerimizi korumalı ve rasyonel bir düşünce tarzıyla zorlukların karşısında durmalıyız. Böylelikle zorluklar bizi yıkmaktan çok güçlenmemizi sağlayacaktır.