Annapolis Barış Zirvesi`nde son dakika gelişmelerini, salı akşamı baskıya girmeden önce, yazarımız Erol Güney`in yurt dışından bize bildirmesi hem manşeti değiştirmemizi, hem de konuya ilişkin oldukça geniş şekilde yer verdiğimiz haberi yeniden gözden geçirerek güncelleştirmemizi sağladı.
Geçtiğimiz hafta gazeteyi yayına hazırladığımızda Yayın Yönetmeni Tilda Levi; ilk sayfasında Barış Sergisi, Barış Güvercini gibi Barış temalı haberlerin yoğunluğuna dikkatimi çekti. Belki bu rastlantı, Hanuka Bayramını kutladığımız bugünlerde, barışa olan özlemimizin bir dışa vurumuydu
Annapolis Barış Zirvesi öncesinde tüm öngörüler İsrail ile Filistinli liderler arasında bir uzlaşma metninin imzalanmayacağı yönündeydi. Ancak zirveden çok kısa bir süre önce sağlandığı belirtilen anlaşma, pratikte fazla bir anlam taşımamakla birlikte, George Bushun girişimiyle düzenlenen bu tarihi olaya bir nebze ağırlık kazandırdı.
ABD Başkanı Bushun zirvede okuduğu uzlaşma metninde yer alan; taraflar 2008 yılı sonuna kadar barış görüşmelerini sonuçlandırmak için gayret göstereceklerdir ifadesi belirlenen tarihin fazla bir bağlayıcılık taşımadığını ortaya koyuyor. 2008 tarihi pekala 2009 veya 2010 da olabilir!..
İsrail halkının % 62si Annapolisin işlevselliğine ve barışı sağlayacağına inanmıyor. Kudüsün statüsü, Filistinli göçmenlerin geri dönüş hakkı, kalıcı sınırlar gibi pek çok konuda uzlaşmaya varılması kolay olmayacak. Bir anlaşma sağlansa bile Mahmud Abbasın temsil yetkisini tanımayan ve Gazzeyi elinde bulunduran Hamasın varlığı bir Filistin Devletinin oluşumunu olanaksız kılıyor. Tabi ki ikiye bölünmüş bir Filistin devletinin kurulması amaçlanmıyorsa
En can alıcı konu ise İsrail hudutları dışında yaşayan 4 milyon Filistinli göçmene dönüş hakkının tanınması sorunu. İsraili bir Yahudi devleti olmaktan çıkaracak böylesi bir çözümün kabulü bu ülkenin varlığının sonlandırılması anlamına geleceği gibi, Abbasın göçmenlerin taleplerinden vazgeçmesi onu Filistinlilere ihanet eden bir devlet başkanı konumuna düşürecektir.
Olmert hükümetinde yer almakla birlikte Annapolise karşı çıkan İsrael Beitenu Partisi Lideri Avigdor Lieberman; Önemli olan sözler değil uygulamadır, Oslo I, Oslo II, Taba, Camp David, Wye Plantation gibi daha nice anlaşma kâğıtta kaldı. Barış ilkin taraflar arasında ekonomik ilişkilerin sağlanmasına, daha sonra terörün sonlandırılmasına ve en nihayet siyasi amaca yönelik olmalıdır demekte ve şu anda koalisyondan ayrılmaları için bir neden görmediğini belirtiyor. Diğer bir deyişle sağcı lider karşı olduğu Annapolis konferansı ve 12 Aralıktan sonra sürdürülecek görüşmelerden somut bir sonuç alınamayacağına inanıyor ve endişelenmiyor.
12 Aralıkta başlayacak görüşmelerde Bush, ABDnin barış görüşmelerindeki gelişmelerin takipçisi olacağını açıklamasına ve Emekli Orgeneral James Jonesun bu konuda görevlendirmesine rağmen zirvedeki esas amacı, Irak ve Afganistandaki başarısızlıklardan sonra Hamas ve Hizbullahın destekçisi olan İrana karşı bölgede ılımlı Arap devletlerini bir araya getirmekti ve bunda da fazlasıyla başarılı oldu.
Hatta zirve öncesinde Ahmedinecad, diplomatik geleneklerle bağdaşmayan bir şekilde Suudi Arabistan kralını arayarak konferansa katılmamasını istedi. Oysa Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud El Faysal, Ehud Olmertin elini sıkmadıysa da İsrail Başbakanının konuşmasını alkışlayarak iyi niyet gösterisinde bulundu. Suriye, bakan yardımcısı düzeyinde olsa bile, Annapolisde yerini aldı, Lübnan İsrail ile barış konusunda istekli olduğunu belli etti.
Her şeye karşın Annapolis Zirvesi barış yönünde büyük umutlar uyandırmamakla birlikte bölgede belli bir iyimserliğin egemen olmasını sağladı. Barış görüşmelerinin raya girdiğinden söz etmek için henüz çok erken. Ancak ılımlı ülkeler arasında şiddete karşı bir uzlaşmanın sağlanmış olması bile umut verici.