Seçimleri değil, yağmuru bekliyorum

Garip bir şekilde seçimleri değil, yağmuru bekliyorum. Küresel ısınma gibi postmodern korkudan mıdır yoksa etrafımdaki çirkinliklerin yok olmasını istememden midir, bilemiyorum. Artık karar verdim, susuyorum bir müddet. Sadece yağmuru bekliyorum.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Garip bir şekilde, seçimleri değil, ama yağmuru bekliyorum. Kafalara sokulan ‘küresel ısınma’ gibi postmodern korkunun kölesi olmamdan mıdır, yoksa etrafta görülen çirkinliklerin yok olmasını istememden midir, bilemiyorum.
Hayatım boyunca kendime siyasetle, toplumbilimle, etrafımda olup bitenlerle ilgilenmemem gerektiğini telkin etmişimdir ama başaramamışımdır. Duyarlılık katsayısı genlerimde hep yükselmiş, yükselmiş sonuçta ‘mutluluğun’ kıstaslarını hep başkalarıyla tartışagelmişimdir.
Dünyayı kurtaranların, gerçek liderlerin duyarsız takımdan olduğuna inanıyorum. İnsan, yolunda ilerlerken çevresine bakmamalı, etkilenmemeli, garipliklere, tuhaflıklara hatta adaletsizliklere takılmamalı. Durduğu an, tereddüte düştüğü an kaybettiğinin resmidir...
Ve ben hala yağmuru özlüyorum umutsuzca.
Elime yeni yazılmış bir hüzün mektubu geçiyor.
“Sevgili oğlum; sakın ümitsizliğe kapılma, özgürlüğüne ulaşacağın güne kadar hiç bir şey düşünme. Seni kurtarmak için elimizden ne geliyorsa yapıyoruz ve yapacağız. Biliyorum, senin için korkunç bir dönem. Üstelik sana nasıl davrandıklarını, yaralarının nasıl olduğunu hiç bilmiyorum ama umutluyum oğlum. Sen de güçlü ol, umutlu ol. Sonunda seni elinde tutanların insani dürtülerinin galip geleceğine inanıyorum. Hepimiz seni eve bekliyoruz mutlaka bir gün oğlum...”
Böylesi bir mektubu okuduğunuzda, bir baba olmasanız bile dayanmak mümkün mü? Asker oğlu ‘düşmanlar’ tarafından bir yıl önce kaçırılmış bir babanın gazete kanalıyla gönderdiği umut sözcükleri bunlar. Böylesi bir hüzne karşı duyarsızlık nasıl bir insani reflekstir, bilmeyi çok isterdim!...
Pekala, oğluna mektup bile yazamadan onu yitiren başka anne babaların dünyasını hiç düşündünüz mü acaba?
Kalleşçe terörist kurşunuyla veya serseri mayınla, ‘anneciğim’ bile diyemeden, hayatları kapanan gençlerin böylesi bir mektup bile alamadan göçüp gitmelerinin ağırlığını kaldırabilir misiniz?
Biliyorum, “hayat devam ediyor sonuç olarak”
Lakin ben kayıtsız şartsız yağmuru bekliyorum köşemden. Oktay Rıfat’a kulak veriyorum:
“Ömrüm böyle görmeden bilmeden mi geçecek / Çıkar beni gündüze bıktım artık gecemden / İçimi titretiyor bir haber gibi senden / Isırdığım her yemiş kokladığım her çiçek / Ey bana bahçesini göstermeyen çit / Ceviz kapılarını çaldığım sırlı konak / Gizli anahtarını avuçlarıma bırak / Çözül artık ey düğüm açıl artık ey kilit...”
Ya yağmur temizleyecek sıkıntımı ya da gizli anahtar açacak kilitli yüreğimi...
***
“Borsa elli bini geçmiş” beyler, bayanlar! Basında herkes bayram yapıyor. Peki ya topu topu kaç bin kişiyi ilgilendiriyor bu ‘sevinçli’ haber? Kimse düşünmüyor bile bu kaosta bunu. Zira hayatta tek hedef maddiyat olmuş. Yüceltecek hiç bir şey kalmayınca tek Tanrımız para olmuş. Nietzsche, “Tanrı öldü, ahlak da beraberinde gömüldü” derken yoksa bugünü mü işaret etmişti yüz küsür yıl önce?
Yağmuru bekliyorum yine de...
Yaz ortasında yoksul halka – herhalde ‘elli bini’ kutlamayanlar – kömür dağıtılıyormuş. Yoksulluğu yok edeceğimize onlara yardım etmek lazım seçimlerden önce özellikle! “Laiklikten ne gördük ki, hiç olmazsa erzak yüzü görüyoruz” diyenler varsa, Cumhuriyetin topyekün modernleşme projesinin başarısızlığını nasıl göğüsleyeceğiz?...
Artık karar verdim, susuyorum bir müddet.
Seçimleri değil, sadece yağmuru bekliyorum.
Bir de Arthur Rimbaud’yu dinliyorum:
“Mavi yaz akşamları, patikalarda, dalgın / gideceğim, sürtüne sürtüne buğdaylara / Ayaklarımda ıslaklığı küçük otların / Yıkasın bırakacağım başımı rüzgara! / Ne bir şey düşünecek, ne de bir laf edeceğim. / Ama sonsuz bir sevgi dolduracak içimi / Göçebeler gibi, uzaklara gideceğim, / Mutlu, sanki yanımda bir kadın varmış gibi...”