Filtre

Elie Wiesel bin dokuz yüz kırk dört?ün sonbaharında Auschwitz`deki koğuş arkadaşlarının Roş Aşana bayramı kutlamalarına neden katılmamıştı? Peki,ya babasının dövülerek yanıbaşında öldürülmesini bile yaşadığı kötülükten sonra hayatının geri kalan kısmında bu bayramı neden hep kutlar olmuştu?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Roş Aşana bayramı insanlığın doğuşunun bayramıdır. Adem ile Havva’nın yaratıldığı gündür. Ve her kutlanışı yeni dilekler ve beklentilerin dile getiriliş günüdür. Zira, insanlık hala olması gerektiği yerde değildir. Yaratıldığından beri ‘kötü’ ile savaşımını ne bitirebilmiş ne de ara verebilmiştir.
Silahsız olarak; iyiliğin daha çok anlaşılması için var olduğu iddia edilen kötüye karşı mücadelesi sonsuza dek mi sürecek?
Peki, kötünün hakimiyet kurması, iyinin güçsüz olmasından mı yoksa kötüye karşı duyarsız, sessiz sitemsiz duranların sayısının çok olmasından mı geliyor?
Rambam, çalınan şofarın işte bu noktada önemli bir işlevi olduğunu söyler. Çıkardığı gizemli sesin bir uyandırma sesi olduğunu ilddia eder. Sadece ayağa kalkmaya değil, duyarlı olmaya ve aynı zamanda değişim ve varoluşun gizlerini yakalamaya bir çağrıdır.
Lakin, ufukta umut görüyor musunuz?
Günümüz insanlığın geldiği noktaya baktığınızda umutlu olmak için neden var mı?
Afrika’nın ortasında bir yılda çoluk çocuk tam üç yüz bin kişi katledilirken uyarı sesini kim dinleyecek? Bu soykırıma sessiz kalan kimileri hangi yüzle dünyadaki işlenen başka cinayetleri eleştirecek, kınayacak? “Benim kötüm”, “senin kötün” denildiği müddetçe insanlık gittikçe dibe vuracak, Tanrı insanı yarattığına pişman olacak belki de..
Elie Wiesel, kötülüğün mutlak hakim olduğu Auschwitz’de 1944 sonbaharında öldürüleceklerine emin olan Yahudilerin, o şartlarda bile kutlamaya çalıştıkları Roş Aşana bayramı kutlamalarına katılmayı reddeder.
Hiçbir zaman Tanrı’nın varoluşunu sorgulamamasına rağmen adaletsizliğe isyan eder ve kimi zaman Tanrı’yı karşısına alır. Yıllar sonra ise kafasında hiç eksik etmediği kipası eşliğinde, biyografisini yazan yazara şöyle der: “Auschwitz öncesine göre neden daha dindar oldum? Çünkü  tanık olduğum tüm kötülüklere rağmen, babamın yanıbaşımda dövülerek öldürülmesini görmeme rağmen Tanrı’yı hiç boşamadım. Ona kızdım, ona karşı geldim ama ayrılmayı hiç düşünmedim. Ve anladım ki, Tanrı amaçlarına uymadığı sorulara cevap vermeyecektir. İşte insanlık O’nun amacı için uğraşmalı...”
Elie Wiesel, aynı yıl Yom Kipur’u da kutlamaz. Zira, insanın iç hesaplaşma ve özeleştiri yaparak doğruyu görme vesilesi olabilecek bu günü, duyarsız dünya yüzünden protesto eder. Tanrı’ya da kızmıştır pek tabii ki. Ama Tanrı bazen seyirci olacaktır; çünkü kimi filozofların dediği gibi yarattığı insanın artık tek başına büyümeyi öğrenmesini isteyecektir.
Wiesel, bu noktada ilgisiz ve duyarsız kalmanın kötünün en büyük dostu olduğunu söyleyecektir. Savaştan sonra, her Kipur bayramında çalınan Şofar’ın sesini ‘insanlığı uyandıran zil’ olarak tanımlayacaktır. Duyan var mı acaba?
Bugünkü dünyada olanlara bakılırsa pek yok. Üstelik duyarsız takım kötünün emrine girmiş, haberleri yok!..
Bir budist inanışına göre, insan ruhu dağdan fışkıran su kaynağına benzer. Dünyanın derinliklerinden saf ve tertemiz kaynayarak çıkan su, bayırdan aşağı akana dek toprağa bulanır, çamur olur, kirlenir. Hayat da bizi aynı şekilde ‘çamurlaştırır’. Fakat, özümüz kir pasla gizlenmiş de olsa, eski haline her daim gelebilir. Sadece filtreden geçmesi gerekir.
O halde şunu sormak gerek:
Filtreyi bulmak mümkün mü?..
İyi bayramlar efendim...