Bariş umudunu kaybetmeyeceğiz

Barış değil savaş kazandı yine. İnsanın `yok etme` iç güdüsü yine açık ara galip geldi. Kapalı kapılar ardında ölümlere gizlice sevinenler en az kayıtsız kalanlar kadar. Ama sonunda barış galip gelecek. Zira elimizde umut var. Onu alamayacaklar.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Tam bir yıl önceydi.
İsrail hükümeti, Gazze’den tek taraflı da olsa çekiliyordu. İsrail sağı ve solu Şaron’u kıyasıya eleştiriyordu. Sol, Filistinlilerle masaya oturmadan, çekilmenin bir işe yaramayacağını iddia ederken, sağ kanat ise çekilmenin Filistinlilerin yeni saldırılarına olanak tanıyacağını söylüyordu.
Aradan bir yıl geçti. İsrail sağı da solu da haklı çıktı, garip bir şekilde.
Bu arada, Gazze’ye vaadedilen ne Batı ne de Arap sermayesi geldi. Ne yeni okullar açıldı, ne yeni hastaneler ne de yeni işyerleri! Yoksul, bitkin ve yorgun Filistin halkı çaresizlik içinde oylarının yarısını Hamas’a verdi.
Bir yıl sonra Gazze’de bacalar tütecek, yoksul Filistin halkı biraz olsun nefes alacakken barış istemeyenler yine ve yeniden galip geliyordu. Ve arada kalanlar, sadece ve sadece barışı, işi, aşı ve çocuğunun geleceğini gözetenler oluyordu!
Bir yıl sonra savaşı kimin başlattığı belli ama önemi kalmadı artık. Zira bir yandan İsrail’in yaşama hakkının olmadığını iddia eden Hamas ile öte yandan binlerce yıllık yıkım tarihinden sonra kurdukları evlerini sonuna kadar korumaya kararlı bir İsrail var.
Böyle olunca savaş olmaz mı? Savaş olunca masumiyet gitmez mi elden?...
2000 yılında İsrail bu kez yıllardır işgal ettiği Lübnan’dan çekilme kararı alır. Kimine göre İsrail yanılmıştır, kimine göre artık bir tehlike görmediği için çekilmiş ve doğru yapmıştır. Ve çekilir tamamen Lübnan’dan, Şeba Çiftlikleri denen ve Birleşmiş Milletler kayıtlarınca da Suriye toprağı olarak kabul edilen birkaç kilometrekarelik toprağın haricinde. Artık Hizbullah’ın silahlara ihtiyacı yoktur. Çünkü ‘işgalci’ tamamen çekip gitmiştir.
Ama ne olur sonra?
İsrail’in Lübnan’dan çekilmesini kontrol eden BM gözlemcisine göre, Hizbullah bu çiftliklerin aslında Lübnan’a ait olduğunu kanıtlamak için Suriye ile gizlice anlaşır ve BM koridorlarında “yeni haritalar” dolaştırır. Güvenlik Konseyi toplanır, kararını kesin verir, Şeba Suriye toprağıdır.
Artık İsrail’in işgali sona ermiştir resmi olarak. Ama Hizbullah’a göre bitmemiştir nedense. Yaşam oksijenini düşman zihniyetinden alan düşünce yapısı, barış yerine savaşı tercih ediyor ve saldırıyor İsrail’e. Ve sonra da İsrail vuruyor, bombalıyor ve öldürüyor. Meşru müdafa hakkını kullanıyor ama çocukları da öldürüyor. Her ne kadar Hizbullah sivilleri ve çocukları canlı kalkan olarak kullansa bile çocuk ölümü hazindir ve görmezden gelinemeyecek kadar büyük bir trajedidir.
Geriye kalan sadece, yine ve yeniden barış umudu.
Eğer bu umudu da yitirirsek insanoğlu utansın...
***
TRT’nin Piyanist filmini gösterimden çekmesinden bir gün sonra ‘The Economist’ dergisinin “Türkiye’de antisemitizm yükseliyor” makalesi ilginç bir örtüşmeyi göstermiyor mu?
Devlet televizyon kanalının bu tasarrufu Holokost gerçeğini değiştiriyor mu?
Tarihin gelmiş geçmiş en gaddar yönetiminin, mesela bir buçuk milyon çocuğu diri diri öldürmesi yok sayılırsa rahatlayacak mıyız?
Tarihin gerçeklerini, faşizmin muazzam kötülüğünü göstermek ‘yahudi propagandası’ olarak algılanacaksa vah halimize, vah tarihe, vah bilime...
Bu noktada son sözü, muhafazakâr bir yazarın Radikal Gazetesi’nde son çıkan yazısındakilere bırakmak lâzım:
“.... Tarihin en korkunç kıyımlarından biri olan Yahudi soykırımına dudak büktüğümüz, hatta ‘Hitler haklıymış’ gibi korkunç ve çirkin laflar ettiğimiz zaman zarar veriyoruz aslında İslam’a da, Ortadoğu’nun Müslüman halklarına da...”