Sessiz sitemsiz

Türkiye, neredeyse hergün bir şehit veriyor. Lakin cenaze törenlerinin dışında toplum, olayın ciddiyetini ve önemini anlamıyor sanki. Roger Waters`ın konserinde, George Bush`un resmini protesto eden `duyarlılık`, şehit askerlerimizin hüzün hikayelerinde nerede acaba?

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Hergün neredeyse ortalama bir şehit veren bir ülke olduk. Ama bakıyoruz, herkes alışmış, katliamları olağan ve rutin bir olay olarak algılamaya başlamış.
Tıpkı, Irak’ta neredeyse hergün onlarca kişiyi katleden intihar bombalarına verilen tepki gibi.
Son nefesinde, ‘anneciğim’ veya ‘vatan sağ olsun’ diyen gencecik insanların yitip gitmesine nasıl da böyle duyarsız, tepkisiz kaldık? Cenaze törenlerinin 24 saat sonra unutulup gidecek matem görüntüleri, işte o kadar!!!... Sonrası ise ya, ‘vur oynasın çal patlasın Türkiyem’ görüntüleri, ya siyasilerin küf kokan bildik söylemleri, ya da Bodrum’da kimin ne halt ettiği kareleri.
Diğer tarafta askerini yitiren ordu, canlarını kaybeden anneler, gelecekleri kararan zevceler ve babalarını tanımayacak olan evlatlar...
Yazıklar olmasın mı teröre, terörizme ve terörizme ‘ama’ ile yaklaşan, onun nedenlerini mum ışığıyla bile arama gafletinde bulunan sözde aydınlara? Ateş düştüğü yeri yaktığı için oturdukları yerden atıp tutmak ne kadar da kolay! Dünya tarihinde hangi toplumsal sorunun çözümü terörizm ile gelmiş?
 Gençlerimizin hergün yitirilmesine karşı bu toplumsal sessizlik, sitemsizlik nasıl açıklanabilir?
İsrail’in, bir onbaşısını kaçıran teröristlere ve destekleyicilerine hayatlarını, zindan edecek kadar abartıya gitmesinin ardında yatan düşünce refleksi nedir peki? ‘Öteki’ye karşı bu şiddetin altında yatan salt insanına verdiği önem değil midir? Verilen tepkinin ölçüsünün abartıya kaçtığı ve yeni sorunlara kapı açtığı doğru, lakin tek bir insanına dahi verdiği değerin kültürel göstergesi değil midir? Ve bu gösterge giderek, topluma salt bir topluluk yerine bireylerden oluşan bir topluluk olarak bakan bir anlayış ve refleksin kanıtı değil midir?
Trafik kazalarını salt kader çizgisinde algılayan bir anlayış bireyin yaşamının önemini ıskalamakta olduğunun da resmini üretmektedir. Bir kilometre kare alan içerisinde dört tane devasa alışveriş merkezi kurup da, bırakın mecburi güzergahları içinde olan insanlara, neo-kapitalist modernite azgınlığına karışmak isteyenlere bile trafik yolu yapmayan bir anlayış ve tepkisizlik, işte aynı bireye önem vermeyen bir zihniyetin türevidir.
Araç satışlarını artırmak için her türlü tüketim açlığını gıdıklayan bir sistem, üç şeritlik yolu yasak park nedeniyle bir şeride indirgeyen araç sahiplerine bırakın yasal yaptırımı, utanma duygusu bile yaratmıyorsa, işte bu, aynı zihniyetin tezahürünün kanıtıdır.
Örnekler çoğaltılabilir.
Özcümle; insana, bireye ve canına değer vermeyen bir sistemin nasıl düzeltileceği tartışılacağına, bizler kısır çekişmelerin sarmalında kaybolup gidiyoruz.
Televizyonlarda ise şehit askerler için yapılan hüzün törenleri ve akabinde duyarsız Türkiyem manzaraları...
* * *
“Duvar” yıkacağımız Roger Waters konserini beklediğimi aylar öncesinden bu satırlarda yazmıştım.
Ve beklendiği gibi, senfonik rock müziğinin toplumsal ve bireysel sorunlara el atan şarkılarıyla tarihe rakipsiz geçen Pink Floyd’un kalbi olan yaşlı delikanlı Waters’ın performansı çoğu gazetelerin yazdığı üzere ‘büyü gibiydi!’
1970’lerin düzene ve düşünce kontrolüne karşı isyan dizeleri 25ᆲ yıl sonra kulakta hoş bir seda bırakmaktan öteye gidemiyordu. Zira düzen, aynı düzendi; değişen tek şey, modernite dediğimiz bireyi oyalayan, zenginleştiren ama bir o kadar da yalnızlaştıran ve giderek uyuşturan yaşam biçimiydi. Keşke Roger Waters yeni bestelerinde Bush’u eleştirip seyircisinden alkış alma kolaylığına gideceğine, işte aynı insanın iç sıkıntısına, yalnızlığına ve çaresizliğine omuz verecek sözlere yer verseydi, demek geliyor içimden.
Zira siyaset, iktidarı ele geçirenlerin hizmetinde. Yapılabilecek tek şey, işte Bush resmini gösterip, “milleti dümdüz etme” sözleriyle şiddetli alkış almak!! Hepsi, hepsi, bu kadar!
Lakin bu kolaylık, insanın ruhunu tamir edebiliyor mu? Ya yalnızlığını?
Peki, ya duyarsızlığını?
Yoksa, o nedenle mi, Waters son olarak, “Comfortably numb’ - ‘rahatlık içinde uyuşmuş’u söyledi?
Ne de yaman bir özeleştiri...