İki lider

Fransız Devrimi ile başlayıp, Sanayi Devrimi ile süren ve özellikle yaşlı kıta Avrupa`nın hemen hemen her noktasında kanlı birçok savaşa neden olan ulusların kimliklerini arama süreci, 20. yüzyıla damgasını vuran `Liderler dönemi`` ile sona erer...

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Fansız Devrimi ile başlayıp, Sanayi Devrimi ile süren ve özellikle yaşlı kıta Avrupa’nın hemen hemen her noktasında kanlı birçok savaşa neden olan ulusların kimliklerini arama süreci, 20. yüzyıla damgasını vuran “Liderler dönemi” ile sona erer. Vizyon sahibi, karizmatik, halk topluluklarını arkasına almayı başaran, onları hedefe kilitleyen liderler artık yok. Küba’nın Fidel Castro’su bu anlamda neslinin son örneklerinden…
Hindistan Gandi ile Birleşik Krallığın kolonyalist emellerine set çekerken, Çin Mao ile, Rusya ilk önce Lenin ve daha sonra Stalin ile komünist/sosyalist ekolün değişik yorumlarını sundular. İspanya’da Franco, İtalya’da Mussolini, Fransa’da De Gaulle, İngiltere’de Churchill, Yugoslavya’da Tito gibi niceleri, yüzyılın değişik dönemlerinde ülkelerine şekil verdiler, uluslarının kimlik arayışlarına cevap bulmaya çalıştılar. Kiminde maya tuttu, kimi ise iz bırakmasına rağmen kaydı gitti tarih sahnesinden… Birinci Dünya Savaşı'nda Wilson, ikincisinde ise Roosvelt yalnız kendi ülkelerine değil dünyaya yön verdiler ve Amerika’nın - son dönemlerin moda tabiri ile-  “yeni dünya düzeni” oluşturulması esnasında etkin rol oynamasını sağladılar. Weizmann, Ben Gurion ve onlar gibi daha nice değerler, Yahudi halkının kimlik arayışına geleneksel çizgiden çok uzakta çözümler buldular. III Reich, Hitler ile Alman halkının geleceğini garanti altına alacak, Almanca konuşan tüm halkları bir bayrak altında toplayacaktı ancak derin yaralar bırakarak tarihin derinliklerine gömüldü…
Hitler, daha 1925’te “Yalanlara, budalalığa ve korkaklığa karşı dört buçuk yıllık savaş” adlı kitabı yayına hazır hale getirmişti. Okuyucu ile “Kavgam” adı altında buluşacak bu kitabın içeriği, Türk ulusunun önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün örneğin “Nutuk” u ile, veya Gençliğe Hitabesi ile karşılaştırılabilir mi? Biri düşmanlığı, toplumsal nefreti, ekonomik sömürüyü, ırkçılığı; diğeri umudu, yarınlara güvenle bakmayı, birleşmeyi öngördü.
Oysa Almanya ve Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı'ndan yenik çıkanlar arasında değiller miydi? Her ikisi de yakın tarihlerinin en katı ve yıkıcı anlaşmalarını Paris Görüşmeleri çerçevesinde imzalamamışlar mıydı? Almanya’nın imzaladığı Versailles Anlaşması ülkeyi tam kaosa sürüklemiş, bu durumdan yararlanan ve entelektüel, siyasi, askeri hiçbir derinliği olmayan bir adam, Hitler, bir anda “Führer” olabilmişti. Osmanlı’nın imzaladığı Sevr Anlaşması ise yeni bir sayfanın açılmasını sağlamış, Anadolu halkı Mustafa Kemal’in etrafında özgürlüğü için, geleceği için birleşmişti. 1919’da, eski dünyaya yeni imajını vermek için yapılan Paris Görüşmeleri'nin hemen sonrasında başlayan Türk Kurtuluş Savaşı birçok anlamda bölgenin dengelerini değiştirmiş, galip devletlerin Yakın Doğu coğrafyasındaki beklentilerini ciddi anlamda sekteye uğratmıştı. 1930’lu yıllarda Hitler, Yahudi nüfusunun ülkeyi terk etmesi için çağrılar yapar, Nüremberg Yasaları'nı çıkartıp Yahudi düşmanlığını hukuksal çerçeveye oturturken, Atatürk toplumsal mutabakatı “Ne Mutlu Türküm diyene!” sözleri ile pekiştiriyor ve yapması yürek isteyen bir dizi inkilapla modern Türkiye’nin temellerini atıyordu… Ülkesine önce bağımsızlığı, sonra refahı, sosyal adaleti getiriyordu.
10 Kasım 1938 sabahı Almanya, Yahudi işyerlerinin, sinagoglarının yakılıp yıkıldığı, kitapların tahrip edildiği, insanların toplama kamplarına gönderilmeğe başlandığı Kristal Gece'nin ardından yeni bir güne uyanırken, Türkiye Ata’sını yitiriyordu. Dolmabahçe’den ülkeye dağılan acı haber insanları sokağa döküyor, genci- yaşlısı tarifi zor bir ruh haliyle kurtarıcısı, lideri için ağlıyordu… Berlin yakınlarında, Rus ordusunun eline geçmemek için saklandığı bir bunkerde intihar eden Hitler için ise ağlayan kaç kişi vardı acaba?