Aralik boyu antisemitizm

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Miladi takvimin son demleri Yahudi takviminde Hanuka bayramı ile çakışır genelde. Biraz aşağı ya da biraz yukarı, Aralık ayı ile özdeşleşen bu bayram, bir yanda cesareti bir yandan da mucizeyi vurgular…
Yehuda Maccabi ve kendisini takip eden bir avuç Yahudi’nin, dinlerini ve dillerini korumak, onları özgürce kullanmak için Selevki Kralı Antiyohus’a karşı giriştikleri isyandan çok önceleri, yine Aralık ayına rastlayan bir dönemde, başka bir kral, Babil Kralı Nabukadnezar Yehuda Krallığına son veriyor, Beit Hanigdaş’ı yıkıyor ve Yahudi halkını, 70 yıl kadar sürecek ilk sürgüne yolluyordu…
Nabukadnezar’ın Yahudi Krallığını neden ele geçirmek istediğini anlamak çok zor değil. Dönemin kendinden söz ettiren gücü olan Babil her zaman Akdeniz’e açılmak ve Mısır’ın bölgedeki hakimiyetini kırmak istemiştir. Asur’un kuzeydeki İsrail Krallığını yok etmesinden kısa zaman sonra, işte bu amaçla yola çıkan Nabukadnezar’ın orduları Kudüs’ü kuşatmış ve ele geçirmişlerdir.
Burada sorgulanması gereken Babil’in Yahudileri neden yerinden ettiği, Büyük Tapınağı neden yıktığıdır. Değişik Tanrılara tapanların tek Tanrıya inanışı baskı altına almak istemeleri, monoteizme karşı kazandıkları zaferi tescil etme arzularıdır belki de bunun nedeni…
Büyük İskender’in mirasçılarından olan Antiyohus’un kararlarını da bu çerçevede değerlendirmek gerek. Yehuda Maccabi zamanında Yahudiler ne egemen bir güçtürler, ne de siyasi ve askeri olarak bir anlam ifade etmekteydiler. Ancak, Onlar “Tek Tanrıları” değişiktiler, ve bu özellikleri ile tehlikeliydiler…  Eski çağlara damgasını vurmuş Yahudi düşmanlığının temelinde de işte bu tedirginlik yatmaktadır. Mısır’ın, Mezopotamya İmparatorluklarının, Helen Krallıklarının ve Roma’nın davranışını açıklayan budur. Aslına bakılacak olursa, ilk dönemlerinde Roma’nın Hıristiyanlara karşı uyguladığı şiddet ve kıyımın esasını da bu oluşturur !
Daha sonraları, Hıristiyanlığın bir din olarak kabul edilip serpildiği, siyaseten giderek kuvvet kazandığı dönemlere damgasını vurmuş olan Yahudi düşmanlığının karakteri ise, İsa’nın ortadan kaldırılışı ile ilgilidir. Ortaçağdaki kilise destekli baskılarda, engizisyonlarda, pogromlarda ve hatta 19. yüzyıldan itibaren yayınlanmaya başlayan yüzlerce Yahudi düşmanı yazı, kitap ve karikatürde vurgulanan din odaklı düşmanlık olmuştur. Kan iftiraları, din değiştirmeye zorlamalar, kovulmalar, sinagogların ve kutsal kitapların tahrip edilmeleri olağan Yahudi yaşamının birer parçası olmuşlardır asırlar boyunca...
Denilebilir ki, tarihin bir cilvesi olarak yine Aralık ayında patlak veren Dreyfüs olayına kadar bu böyle devam etmiştir. Ancak Fransız ordusunda görevli Yahudi bir yüz başı olan Alfred Dreyfüs’ün  1894 yılında Almanya adına casusluk yapmakla suçlanması, yargılanması ve hüküm giymesi, Yahudi aleyhtarlığını ilk kez, bir kralın ya da kilisenin yönlendirmesinden çıkartmıştır. Antisemitizm Dreyfüs ile birlikte bir halk hareketi haline gelmiş, Fransa’nın sınırlarını hızla aşarak tüm Avrupa’yı bir hastalık gibi sarmıştır. Başta Siyon Önderlerinin Protokolleri olmak üzere yayınlanan birçok kitap, Yahudileri,  aslı olmayan – ve ne acıdır ki bugün de popülaritesini yitirmemiş – birçok komplo teorisinin öznesi haline getirmiştir. 
Ne Yahudi halkının yaşamakta oldukları toplumlara entegre olmaları sürecini başlatan aydınlanma, ne de özellikle Batı Avrupa’da yaygınlaşan Yahudilikten kopmalar bu düşmanlığın sona ermesine yetmiştir. Dreyfüs’ün daha sonra aklanması ile Fransız hükümetinin kendisine itibarını iade etmesi ise yaratılan ortama etki etmemiştir.
Tarihin derinliklerinden gelen ve her dönemde değişik şekillerde ifade bulan antisemitizmin günümüz demokratik toplumlarında taraftar buluyor olması, bazı şeylerin hiç değişmediğini göstermesi açısından çok düşündürücü !  Bu aşamada, dünyanın özgür ülkelerinde – en hafif deyimi ile -  Yahudi aleyhtarlığının, siyasi bir kimlik kazanması, komplo teorilerinin çeşitlenmesi, zenginleşmesi, iletişim araçları ile yazılı ve görsel basın tarafından hızla dağıtılması toplumları ortaçağın karanlık girdabına doğru çekiyor adeta… Oysa insanlık bundan fazlasını hak etmiyor mu?