Ama...

Yakir MİZRAHİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Farkında mısınız bilmiyorum; milli maçlar ve kulüp takımlarımızın Avrupa Kupası karşılaşmalarıyla dolu yoğun bir gündem halihazırda süregelmekteyken, senelerdir bitmek bilmeyen bir tartışma yeniden alev aldı; “Geleneksel Hakan Şükür tartışmaları: Volume 15”... Türk futbolunun son 15- 20 yılına damgasını vuran, ülkede kırılmadık rekor bırakmayan, dünyanın öbür ucuna gittiğinizde dahi “Türkiye” dendiği anda ismi bir çırpıda söylenen, benim yaşımdakilerin bundan 15- 20 yıl sonra çocuklarına, “Ben Hakan Şükür’ü çıplak gözle izlemiştim”, benden büyüklerin de “Metin Oktay ve Tanju Çolak’tan sonra Hakan gibi bir golcüyü de gördük. Artık ölsek de gam yemeyiz” diyebileceği bir sporcu kendisi...
Kariyerinde attığı 242 golle Tanju Çolak’a ait 240 gollük rekoru kırıp, “Türkiye Ligi Gol Kralı” unvanına sahip olmasına, “Galatasaray kulübünün en çok gol atan futbolcusu” (221) olmasına, ulusal takım formasıyla fileleri en çok (51) havalandıran oyuncu olmasına, 10- 15 kalemde toplanabilecek kırdığı rekorlar listesine rağmen, sonu gelmez bir şekilde her sene kalitesi ve kendisi tartışılan Hakan Şükür, şimdilerde yine hedef tahtasında... Gerçi bu sefer durum biraz farklı. Çünkü yaygın dedikodulara göre 36 yaşındaki futbolcuyla devre arasında yollar ayrılacak. Nedeniyse bu hamlenin Galatasaray kulübünün futboldan sorumlu “yöneticilerinin” takımı gençleştirmek adına yapacağı atılımlardan biri olacak olması... Bahanelerden yalnızca biri bu elbet. Ya diğerleri? 7. haftadaki Beşiktaş maçından önceki gün tesislere kızını getirdiği için kadro dışı kalmasının ardından çeşitli gazete ve televizyonlarda “yaygara” çıkarması, inançlı biri olduğunu fazlasıyla dile getirmesi, takımda şans bulamadığı ya da bulup, oyundan erken çıkarıldığı haftalarda sürekli bir yerlerde konuşması ve bu konunun yorumcular tarafından sıklıkla dile getirilmesi, takımın kaptanı olmasına rağmen bir huzur ortamı sağlayamaması ve daha gerekçelendirilebilecek bir sürü makul ya da mantıksız bahane... Böylesine radikal bir karar alınacak mı alınmayacak mı, zaman gösterecek. Ancak bir sarı- kırmızı olarak beni çok acıtan bir konu var. O da ahde vefa...
Bülent Korkmaz... Gheorghe Hagi... Gheorghe Popescu... Hakan Ünsal... Ergün Penbe... Suat Kaya... Arif Erdem... Claudio Taffarel... Ümit Davala... Ve görünen o ki şimdi de Hakan Şükür... Her biri Galatasaray’ın “rüya takım” döneminin as oyuncuları, her biri bu takımın UEFA Kupası şampiyonu olmasında bir diğeri kadar emeğe sahip, her biri bu kulübün zaman içerisinde daha da büyümesine ve gelişmesine katkıda bulunmuş bir birey... Lakin hiçbiri bu kulüpten istenildiği, arzulandığı, olması gerektiği gibi ayrılamadı... Kimi kendisine yapılan jübile teklifini geri çevirdi ve başka kulübe top oynamaya gitti, kimi antrenörlük hayatına adım attı, kimi Galatasaray’ın başına teknik direktör olarak geldi ve sırf adı Galatasaray’ın önüne geçmesin diye birileri tarafından başı, yılanın başı gibi ezildi, kimiyse unutuldu gitti... Bozuk para gibi harcanma sırası Hakan Şükür’de diyorlar şimdi... İçim acıyor... Görüp görebileceğim belki de en anlı- şanlı futbol hikayelerimin baş kahramanını şimdilerde “ama”yla, “şu gerekçeyle” ya da olmadı “bu gerekçeyle” çemberin dışına atmaya çalışıyorlar, diğerleri gibi... Kulübü, kimi “adamları” yeniden yönetici olmayı cazip kılacak kadar büyük başarılara ulaştıran efsaneyi tarihten silmek istiyorlar ahde vefa örneği göstermeden, göstermeyi düşünmeden... Önceki örneklerinde olduğu üzere... Faturayı, “İyi futbolcu ama çok konuşuyor” diyerek kesmeye çalışıyorlar... “İyi oynadık ama gol atmayı beceremedik”, “Hakem hakkında pek konuşmuyorum ama bu penaltıyı çalmayana hakem demezler” örneklerinde olduğu gibi...
Görünen o ki, günlük yaşamımızda ne kadar “ama” dersek, o kadar âmâ kalıyoruz hayata... O kadar görmezden geliyoruz gerçekleri, o kadar bahane arıyoruz yanlışlarımızı yanlışla kapatmaya çalışırken... Öyle ya, hep bir kusur ve hep bir bahane göstermek gerekiyor yaptıklarımızın doğru olduğunu diğerlerine inandırmak için... Gerçekleri ıskalamanın en kolay yolu; “ama”... Bir gün çocuğum olduğunda ona öğreteceğim ilk şeylerden biri “ama” kelimesini dağarcığından çıkartması olacak. Hayata “âmâ” kalmaması adına...