Cumhuriyet ve terör

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Ortadoğu tarih boyunca çeşitli ulusların dikkatini çekmiş, emperyalist yaklaşımların odak noktası olmuştur. Üç kıtayı birleştiren stratejik öneme sahip konumu, ekilebilir geniş alanları ile eski çağlarda insan toplulukları için ne anlama geliyorsa, günümüzdeki zengin petrol yataklarının varlığı ile kat ve kat mislini ifade ediyor…
Bu anlamda, uzun ve sancılı bir gerileme döneminin sonucu tarih sahnesinden çekilen Osmanlı İmparatorluğunun yarattığı siyasi boşluğun henüz tam olarak doldurulamadığı söylenebilir. Birinci Dünya Savaşını sonlandıran 1919 Paris Barış Konferansı çerçevesinde bölgenin her ne kadar bir dengeye kavuştuğu sanılsa da, günümüzde gelinen nokta, ilerisi için hiç de iyimser bir çerçeve çizmiyor. Bölgenin, son derece karmaşık etnik yapısı da zaten bu durumu daha da zorlaştırıyor…
Bölgedeki sorunlar İsrail – Arap anlaşmazlığı ve bunun türevleri ile özdeşleşmişken, özellikle Amerika’nın Irak’ı işgali ile başlayan süreçte, aşılması gitgide zorlaşan yeni problemler beliriyor. Washington, Irak’a, dünyayı terör ile bir anıldığını iddia ettiği bir odaktan, Irak’lıyı ise kendisine zulmeden bir diktatörden kurtarmak için girdi. Amacı sosyal refahın paylaşılacağı, demokratik bir düzen kurmaktı. Ancak, Irak’ın, tıpkı Ortadoğu’daki birçok Arap ülkesi gibi, bir ulus olma yolunda hiçbir gelişmiş geleneği yoktu… Faysal’ın İngilizler’in politikasına uygun olarak Milletler Cemiyeti tarafından Irak Kralı ilan edilmesi ile başlayan, ve Saddam Hüseyin’in darbe ile yönetime gelmesi ile son halini alan bağımsız Irak günlerinde, Irak’lının vatanseverliği ülkesine ne kadar bağlı olduğu ile değil, rejime olan yakınlığı ile ölçülür olmuştu kuşkusuz… Tıpkı Suriye ve Ürdün’deki gibi…
Bugün itibarı ile, Türkiye, destabilize olan Irak’ın bedelini en ağır ödeyen ülke konumunda.
Oysa, Kral Faysal döneminden Saddam’lı yıllara, Ankara – Bağdat ilişkileri her zaman iyi yönde gelişmiş, ülkeler arası siyasi, ticari ve kültürel ilişkiler her daim olumlu yörüngelere oturmuştu. Türk halkı ile Irak halkı her zaman kardeş olmuşlardı…
Peki ama bu Irak halkı kimdir ?  Aralarında hem siyasi hem de etnik anlamda paramparça bir görüntü arz eden bir yapıdır Irak halkı… Önce krallığın, daha sonraki dönemlerde de Baas Partisinin baskısı altında, zorla birleştirilmiş ancak bu birlikteliği asla hazım edememiş bir yapı… Hal böyleyken, bu baskının Amerikan istilası ile ortadan kalkması Pandoranın kutusunu açmış durumda… Bir yanda, Şii’si ile Suni’si kavgaya tutuşur, birbirlerinin kutsalına saldırır ve on binlerce insan çatışmaların kurbanı olurken, öte yanda, kuzeyde özerk bir Kürt bölgesinin oluşması son aşamasına gelir… Irak halkı birbirinden kopar, savrulur… Artık bir Irak halkından söz etmek zordur.
Şimdi Türkiye değişik çıkarların peşinde koşan böylesi bir Irak’la karşı karşıya bırakılıyor… Muhataplarının kalın bir sis perdesinin ardında kaldığı, bir sağır dilsiz oyununa davet ediliyor Ankara. Bağdat’ın başkent olarak etkisiz kalmasının verdiği rahatlık ile kuzey Irak’taki Kürt yönetiminden aldığı destek ile,  PKK, Irak’ta yuvalandığı yerlerden sınırı aşarak saldırılar düzenliyor. Terör, yalnız bölgede değil, ülkenin genelinde de huzur bırakmamış. Zaman zaman kentlere inme girişimlerinde de bulunuyor. Başta Ankara olmak üzere çeşitli yerlerdeki saldırılar hala kamuoyunun belleğinde sıcaklığını koruyor.  İnsanlar sokakta, maçlarda, Avrasya koşusunda, Cumhuriyet kutlamalarında haklı tepkilerini dile getiriyorlar… Birçok değerin yitip gitmesine neden olan PKK terörünü anlamak, tıpkı benzer terör olaylarını anlamak gibi, mümkün değil…
Oysa, 84. yılını kutladığımız Cumhuriyet’in yoktan var ederek oluşturduğu demokratik hukuk devletinin sağladığı ortam, tüm sorunların toplumsal mutabakat içinde çözüme kavuşturulabileceği zemini sağlıyor… Terörün ayrıştırıcı ve olayları geri dönüşü olmayan noktalara taşıyıcı kimliğinin daha fazla kandan, gözyaşından başka bir şey getirmeyeceğini görmek çok mu zor?