Kezman`in penceresinden

Yakir MİZRAHİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Malum, her yabancı futbolcu cennet vatana adımını attığı ilk andan itibaren futbol otoritelerinin odak noktası haline gelir. Önceki sezonlarda hangi takımlarda top koşturmuş, geçmiş sezon istatistikleri nasıldır, hangi takımda kaç gole imzasını atmıştır, milli takımda oynuyor mudur, hangi mevkide oynar, ne yer ne içer gibi sorularla didik didik edilir. Deyim yerindeyse futbolcu hakkında o kadar bilgi akışı sağlanır ki, yabancı futbolcu diye ülkeye getirdiğimiz adam üç hafta sonra bizden biri haline gelir. Bakınız; Rico Paşa, Kejo, Mondi vs vs...
Şu günlerde fazlasıyla tartışılan bir isim, bu yazıyı yazmama vesile olan... Fenerbahçe’ye transfer rekoru kırarak gelen şimdilerin suskun forveti Mateja Kezman... Türkiye kariyeri öncesinde Partizan, PSV Eindhoven, Chelsea ve Atletico Madrid formalarını giyen, Sırbistan Milli Takımı eski oyuncusu... Bu aralar hakkında yapılan eleştirilerin başlıca sebebi topu ağlarla buluşturamaması... Futbolcusuna gol atana kadar “Salak”, gol attıktan sonra da “Aslanım” yakıştırması yapan bir taraftarlık anlayışına sahip olunduğundan, Kezman golünü atsa üstündeki kara bulutları biraz olsun kendi çabasıyla dağıtmış olup, “aslanlık” apoletini takabilecek. Ancak, Kezman’ı eleştirirken soluk almayan bünyelere, şifa niyetine günde bir doz onun portresini hatırlatmak gerekiyor...
Efendim, yazımıza özne olan şahsiyet, PSV Eindhoven takımındaki göz kamaştıran performansıyla tüm futbolseverlerin dikkatlerini üzerine çekmiştir. Hollanda futbol anlayışının (4- 3- 3) bir yansıması olarak ileride sürekli olarak kanat oyuncularıyla beslenen bir forvetti Mateja Kezman. Arjen Robben ve Dennis Rommedahl gibi adrese teslim top atan kanat akıncılarıyla ve ardında Mark van Bommel gibi bir üstadın ayağından çıkan toplarla, fakat hepsinden önemlisi teknik direktör Guus Hiddink’in katkılarıyla kariyerini olgunlaştıran oyuncu, dört sezon boyunca formasını giydiği takımın 172 maçında 126 gole imza koymuştu. Bu hiç de fena olmayan bir istatistikti ancak burada yine de bazı dengeleri gözetmeden yorum yapmamak gerekiyor. Öncelikle Hollandalılar maçların 1- 1, 2- 1 gibi skorlarla bitmesini pek istemezler ve sürekli hücumu düşünürler. Bunun yanı sıra “Brezilya’dan kaleci çıkmaz, Hollanda’dan da defans oyuncusu” tamlamasını destekler bir argümanla dünya futboluna senelerdir çok önemli bir savunma oyuncusu armağan edememişlerdir. Dolayısıyla tek çıkar yol; daha atak oynamak ve daha çok gol atmaktan geçer Hollanda Ligi’nde... Bir de hatırlatmak gerekir ki, kurt teknik adam Louis van Gaal’in komutasındaki AZ Alkmaar’ın son senelerde yukarıyı müthiş zorlaması dışında Hollanda’da da futbol üç büyük takımın (Ajax, PSV Eindhoven, Feyenoord) egemenliği altındadır... Gelelim Kezman’ın PSV’den sonra tecrübe ettiği Chelsea günlerine...
Chelsea o sezon başında (2004- 05) yeni bir yapılanmanın eşiğindeydi. Rus oligark Roman Abramovich, bir önceki sezon Porto’yla Şampiyonlar Ligi Kupası’nı kaldıran Jose Mourinho’yu göreve getirmiş, marketten futbolcu alırmışcasına kadroyu bir hayli şişirmiş ve Portekizli teknik adama çoktan seçmeli şansı vermişti. Drogba, Duff, Hasselbaink, Gudjohnsen gibi isimlerin yanı sıra “Kejo” da mavi- beyazlı kadronun ofans hattındaki önemli bir isimdi. Ancak Mourinho eldeki birçok isme rağmen çift forvet yerine tek forvet kullandı. (Tek forvet kullanma meselesi yüzünden Abramovich’le görüş ayrılığına düştü ve bu konu onun “istifasına” kadar devam etti). Hem bu yüzden hem de güçlü rakipleri olması nedeniyle, Kezman İngiltere’deki kariyerinde birinci adam olamadı, 38 maçın sadece 14’ünde başlama vuruşunda yer alabildi. Oynadığı karşılaşmalarda da Hollanda Ligi’nden sonra mücadele gücü oldukça yüksek bir lige gitmenin zorluğunu yaşadı. Bu konuda geçtiğimiz günlerde futbola elveda diyen Fransa Milli Takımı eski oyuncusu, sol bek Vincent Candela’nın bir sözünü hatırlatmak isterim: “İngiltere’deki forvetler topu kapmak için ayağıma yatıyorlardı. O zaman İngiltere Ligi’nin bana göre olmadığını anlamıştım.”
28 yaşındaki futbolcunun özgeçmişindeki Atletico Madrid günlerine baktığımızda, La Liga’ya o sezon yeniden yükselmesinin verdiği heyecanla Madrid medyasından fazlasıyla etkilenerek transfer üstüne transfer yapan takımda Kezman, kulübün yetiştirdiği son dönemdeki en iyi futbolcunun, Fernando Torres’in gölgesinde kalmıştı. Toplama bir takım olmanın da etkisiyle, Kezman o sezon çok da başarılı olamamış, Hollanda Ligi’ndeki istatistiklerine (2000- 01, 2002- 03, 2003- 04 gol kralı) oranla daha kısır bir sezon geçirdikten sonra Fenerbahçe’nin yolunu tutmuştu.
Otoriteler tarafından geçen sezondan bu yana takıma ne fayda verdiği tartışılan Sırp futbolcu, ligin başlamasıyla beraber Fenerbahçeli taraftarların tepkisini toplamaya başladı, kimi çevreler de onun bavulunu toplaması yolunda makaleler düzdü. Beğenilmemenin, eski parlak günleri tekrar yakalayamamanın da etkisiyle içine girmiş olduğu buhrandan kurtulamayan Kezman, bu haftasonunda oynanan Manisaspor karşılaşmasında gereksiz bir kırmızı kart gördü ve hakkındaki eleştirileri katıyla arttırdı. Ama eleştiri yapanlar, onun da bazı konularda haklı olduğunu vurgulayan cümlesini - geçen sezon bir maçtan sonra verdiği demeci-  hatırlatma gereği duymadı: “Bu sistemde benim gol atmam çok zor. İleride çok yalnız kalıyorum.”
Yazının anafikri şudur ki; Kezman, çoklu forvet sisteminin bir yıldızıdır. Kaldı ki orta yapmayı bilmeyen kanat oyuncularının oynadığı bir ligde, iç saha ve deplasman maçlarında, Şampiyonlar Ligi ve Süper Lig karşılaşmalarında, yani oynadığı tüm karşılaşmalarda aynı sistemle - az hücumcuyla-  oynayan bir takımda etkili olamaz. Kezman’ın başarılı olması isteniyorsa onun alışık olduğu bir sistem üzerine takım inşa edilmelidir. Aksi takdirde o da bu hanın bir yolcusu olur, günü geldiğinde kendisine daha sıcak davranan ülkelere göç edip, bu diyarlardan gider...