Anneni mi daha çok seviyorsun, babani mi?

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Yıl 1789. Fransız İhtilali ‘eşitlik, özgürlük, kardeşlik’ sözcükleriyle meydanları çınlattı. 2007’ye gelindiğinde, demokrasinin beşiği sayılan Fransa nedense ‘ayırımcı, yabancı karşıtı, .... vs.’ gibi kavramlarla anılır oldu.
* * *
Kısa süre önce bir Fransız grubu gazetemizi ziyaret etti. Her biri kendi alanında uzman olan konuklarımız, her yıl belli bir zaman diliminde birkaç ülke geziyor ve gittikleri yerlerdeki cemaat kurumlarının idarecileri ile de görüşüyorlar.
Geleneksel ve aynı zamanda laik bir yapıya sahip olan grup üyeleriyle uzunca sohbet ettikten sonra aralarından biri; “Gazetede istediğinizi yazmakta özgür müsünüz?” diye sordu. Yanıt ya ‘evet’tir, ya da ‘hayır’. ‘Evet’ desem doğru, ‘hayır’ desem yanlış değil. Bu kadar basit bir yanıtı, bu kadar karmaşık bir şekilde yanıtlayabilmek gerçekten başarı.
Sonunda olaya şöyle bir yaklaşım getirdim: “Biz genelde ‘otosansür’ ile doğarız. Kısacası, kendimizi doğal bir şekilde denetleme mekanizmasına sahibiz. Böylece sorun kalmaz.” Diğer bir konuk ise alışık olduğumuz ‘Gazete özerk mi, yoksa cemaatin bir organı mı?’ sorusunu yöneltti. Bu bana, yetişkinlerin çocuklara: “Anneni mi daha çok seviyorsun, babanı mı?” cümlesini hatırlatır.
Konuşmalarımız Fransa’daki Yahudi Cemaati’ne odaklanınca, farkettik ki sorunlar üç aşağı beş yukarı aynı. Fransız Yahudileri’nin daha özgür olduğu kesin. Ama, 700.000 kişi olunca seçenekler de haliyle çoğalıyor...
* * *
Şalom, Ekim ayında 60. yayın yılını kutlayacak. Kalıcı bir ‘eser’ hazırlamak amacıyla bir almanak çalışması başlattık. Umarım hedeflediğimiz zamana yetişir.
Eski gazete ciltlerini taramak /  karıştırmak çok keyifli. Tabii ki, her devir kendi gündemini oluşturur. Ama ‘özgürlük’ Avram Leyon dönemine aitmiş. Günümüze oranla 40- 50 sene öncesinde Kaşeruta daha çok bakıldığını, söyleyenler için gazetenin sararmış sayfalarında ‘Apikoğlu Sucukları’nın reklamına rastlamak nasıl bir duygudur bilemem.
Genelde ‘meraklıgillerden’ değilim. Ama kırk yıl sonra, o günün Şalomcuları yazdıklarımıza ne diyecekler? İşte bunu merak ediyorum.
* * *
Beyoğlu Evlendirme Dairesi’nde nikahım kıyıldığında yeni bir palto ve şapka ile evden çıkmak benim için başlı başına bir heyecandı. Dönüşte, nikah şahitleri ve çekirdek aile, hep beraber annemin evinde bir tatlı yemiştik. Yeni bir soyadı ve güzel bir pasta ile gün bitmişti.
Özgür dünya ile birlikte toplumumuzda nikahlar da şekil değiştirdi. Nikah dairesine pek gidilmez olundu. Kimi kez bayan olan nikah memurları, randevu ile bir yerden diğerine koşturmaya başladı. Nikah davetleri aile arasında olmaktan çıkıp ciddi boyutlara uzandı. Gelinden evvel giydirilen iskemleler, süslenen masalar, küçük fiyonklar...
Bazı değişim rüzgarlarını kabullenmek her zaman çok kolay olmuyor. Gene de dileğim hep böylesi güzelliklere tanık olmamız. Tıpkı, cumartesi gecesi, çocukluklarını bildiğim Edna (Ednuş) ile Sami Güner’in nikahını kıydıktan sonra tesadüf eseri yine küçüklükten tanıdığım İdil (İdiloş) ile Alper Levi’ye koşturan güleç nikah memuresinin evlilik cüzdanlarını genç hanımlara teslim etmesi gibi...