Eşyalar

Avram VENTURA Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba
Annemin evinin salonunda otururken, gözlerim, otuz-kırk yıllık eşyalara gidiyor: Koltuk takımı, halılar, yemek takımı, duvarda asılı resimler, kristal abajurlar, vazo ve küllükler, duvar saati...
Benim için her birinin, çok eski yıllara dayanan bir öyküsü var:
O geçmiş günlerde bu evi satın alabilmek için aile içinde neler konuşmuş, kimlerle görüşmüş, hangi sıkıntılara katlanmışız?.. Eşyalar hangi dükkanlardan, ne zaman ve ne koşullarda alınmış?.. O günün sınırlı parasal olanakları içinde, annem ve babamla birlikte, gerekli mobilyaları satın almak için hangi atölyeleri, hangi mağazaları gezmiş, bunları seçerken neler düşünmüşüz?.. Bu eşyalar bu salona nasıl gelmiş, nasıl yerleştirmişiz?..
Gözlerim her bir nesnenin üstüne takıldıkça, bunlarla ilgili anılarım canlanıyor; ilk gençlik yıllarımdan, evlendikten sonra bu evden ayrıldığım güne kadar... Tüm bu ayrıntıları anlatmayı denesem...
“Bunları yazmayı bir şekilde becerebilsem de, değer mi?”,  “belirli bir süre yaşadığım bir evin, kullandığım bu eşyaların öyküsü kimi ilgilendirir?” diye olumsuz düşüncelere kapılmışken, şu sözcükler istemeden dilimin ucuna geliyor:
-Ama bunlar, benim yaşam öykümün birer parçası!
Çoğunu unutmuş olsam da, evdeki yerlerini korudukları sürece, eşyalardan her biri, belleğimin bir kıyısından görünüp geçmişin bir kesitini anımsatabiliyor. Bu arada, eskiye yönelik bu yoğunlaşma içinde, birlikte yaşadığım kimi yakınlarımın aramızdan ayrılmış olması, beni ister istemez hüzünlendiriyor.
Her nedense anılarımızda, insanlarla olan ilişkilerimiz öne çıkarken, nesneler ve mekânlar birer ayrıntı olarak kalıyorlar; oysa yaşandığı süre içinde her biri, kim bilir, bizim için ne kadar önemliydiler! Bizim yaklaşımımız kadar, o insan ilişkilerini sıcak tutan, geliştiren unsurların başında, bir araya geldiğimiz yerler, yararlandığımız eşyalar ve kullandığımız nesneler gelirdi.
Daha da önemlisi, her biri mutluluk ya da mutsuzluğumuzun kaynağıydı!
Satın aldıklarımız, alamadıklarımız, özlem duyduklarımız, o günümüzü ya karartıyor ya da bizim için büyük bir sevinç kaynağı oluyordu.
Bu konuda düşünürken Leo Buscaglia’nın Kamboçya’da bulunduğu bir sırada yaşadığı ve bir konuşmasında aktardığı bir deneyimi anımsadım: Bu ülkede sert muson rüzgârları eser, arkasından gelen sağanak yağmurlar da tüm evleri sürükleyip götürürmüş. Bu yüzden insanlar, böyle bir felaket karşısında her zaman hazırlıklı olurlarmış. Bu yağmurlar başladığında, sahip oldukları çok sınırlı eşya ile birlikte, hazır bulundurdukları büyük sallarına binerler ve kendilerini kurtarırlarmış. Buscaglia, eşyalara bağımlı olmadan mutlu olunabileceğini gösteren bir örnek olarak bu deneyimini aktarıyor.
Evler, eşyalar, araçlar...
Kimimiz için yaşamanın bir amacı, kimimiz için de, yalnızca sıradan birer gereksinim nesnesi oluyorlar!