S.O.S. hatti yanit vermeyecek

Tilda LEVİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Pazartesi günü sabahın erken saatinde şehir hatları vapuruyla Büyükada’dan Kabataş’a doğru yol alıyordum. ‘Göç kaçırtan’ dediğimiz erken sonbahar havasında, soğan kabuğu misali, kat kat giyindiğimden çayımı alıp vapurun-eski lüks- bölümünde açık havada oturabildim. Sadece derin nefes alıp, yanımızdan geçen yunusları izledim. Güya, “önce ben” felsefesi var ya, uyguladım. Neyse... Vapur yanaştı, iskele kondu. Bir itiş bir kakış, üç klakson, iki siren derken ofisteyim.
* * *
Kapıdan girdim; selam/hatır faslından sonra adet üzere elime bir tomar kağıt verildi. Gözüm en üstte duran faksa ilişti. Burnuma, yanık kokusu geldi. Bütün iyiniyetimle(!), ‘Bugün 11 Eylül’ün yıldönümü, yanık ondandır.’ şeklinde düşündüm... Hallederiz...  
* * *
Gerçekte ‘halledecek’ veya ‘hallolacak’ bir durum yoktu.
Geçtiğimiz sayıda, gazetede -Kaşerut- ile ilgili bir yazı yayınlandı. Okumamış olanlarınız için kısa bir açıklama getiriyorum. Sözkonusu yazının tek amacı cemaatte Kaşerut’a ne oranda uyulduğunu irdelemekti. Bu nedenle de farklı kesimlerden bireylere sorular yöneltildi. Hedef tamamiyle sosyolojik içerikliydi, konunun dini tarafını ele almak  değildi. Nitekim yazı kavram sayfasında değil, toplum sayfasında irdelendi.
Çok doğal olarak, hemen akabinde Sayın Hahambaşı ve iki ravımızla bir telefon görüşmemiz oldu. Bakış açılarına saygıyla katılıyorum. Birer din adamı olarak Tora’ya saygı göstermenin -ki, Kaşeruta uymak da buna dahildir- tek doğru olduğunu hatırlattılar.
Yazılan yazı istemeyerek de olsa, hedefinden sapmış olabilir. Ama bence daha kötüsü, konuyla igili olarak biri e-postayla, diğeri de faksla elime geçen hakaret dolu iki yazıdır. Kaşerut’a uysam da, uymasam da, sanırım On Emir’e bu iki muhterem dindaşımdan çok daha fazla riayet ediyorum. Uzun yıllar,  dörtte üçü geleneksel bir yaşam tarzı süren toplum bireylerinin aniden Ortodokslaşması doğanın yapısına aykırıdır. Sanırım olduğumuz gibi kalmak bile yeterince büyük bir çaba gerektiriyor.
* * *
Kulaktan kulağa dolaşan fısıltıları ana kaynağından duymadıkça asla ciddiye almam.
Yayın Koordinatörü Yakup Barokas da bu hafta aynı konuya değindi. Anlaşıp, yazmaya karar vermiş değiliz. Zaten Yakup sistematik olarak pazar günü yazısını teslim eder, ben ise son dakikacılardanım. Ayrıca hiçbir okurdan tepki de gelmedi. Öyle birşey olsaydı, ‘SOS hattı’ olarak telefonlar bana bağlanırdı!
Ben bu yazıyı tek bir soruya yanıt vermek için yazdım. “Bu gazetenin yazıları baskıya gitmeden evvel okunmaz mı?” diye soran dostlar:
Bir gazete çocuk oyuncağı değildir. Sayfa yönetmenleri kendi sayfalarını okuduktan sonra, gazetenin tümü yayın koordinatörü ve yayın yönetmeni tarafından ayrı ayrı okunur. Bu yöntem Şalom içinde, geçmiş dönemde gazetenin sorumlusu -şimdiki Cemaat Başkanı- Silvyo Ovadya zamanında da geçerliydi. İlgilenenleriniz için, S. Ovadya’dan sonra dokuz senedir Y. Barokas ve benim için de aynı yöntem geçerlidir. Gelecek nesil Şalomcular için de değişmeyecek.
* * *
Umarım yunusların soyu Marmara’da tükenmez.