Şarkilarla futbol dünyamiz...

Yakir MİZRAHİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

"Müzik ruhun gıdasıdır" derler... Annelerimizin yemek yaparken yanyana getirdiği notalar, sıkıldığımız anlarda amatör bir ruhla tıngırdattığımız melodiler, sevdiğinle dinleyince ayrı anlam taşıyan müzikli kelimeler... Şarkılar hayatın içinde varolan herşeyi anlatırlar. Sevinci ve üzüntüyü, coşkuyu ve hüznü, teselliyi şarkılarda ararız, ruhumuzu besleriz dinlediğimiz şarkılarla... Bir spor yazısına "neden müzikal bir başlangıç" diyenlere; gelin futbolumuzu, futbol kültürümüzü şarkılarla anlatalım derim. Ne dersiniz?...
"O ne ses" Whitney Houston’un hafızalardan silinmeyen birçok şarkısı vardır; "I Will Always Love You, Miracle, Greatest Love of All, One Moment in Time" gibi... Bu şarkılar dinlenince akan sular durur genellikle... Ama gelin görün ki; her haftasonu oynanan Süper Lig maçlarını izlerken, o eşsiz sesin bir başka şarkısı aklıma takılıyor. "Same script, different cast" yani; aynı senaryo, farklı kadro... Süper Lig maçlarına baktığımız zaman, senaryosu hemen hemen her hafta aynı olan gösterilerde başrolü belli oyuncular değişimli olarak oynuyorlar, asıl mesleği figüranlık olması gereken hakemler ise başrole geçme hevesinde oluyorlar. Malumunuz, figüranlık yeterince para kazandırmıyor olsa gerek. Birilerinin yardımıyla mı başrole soyunuyorlar bu hakemler? Cevap eskilerin o meşhur şarkısında; "Kimbilir, kimbilir?..."
"Federasyon başkanlarının üniversite mezunu olması gerekir" diye önceki yıllarda bir yasa çıkarılmıştı, hatırlarsanız... Ama ne tesadüf, bu yasa Futbol Federasyonu Başkanlığı seçimlerinden bir hafta önce iptal edildi. Ve bu ne tesadüftür ki; üniversite mezunu olmayan ve haksız kazanç elde etmekten şahsına açılmış birçok dava bulunan Haluk Ulusoy, yeniden Futbol Federasyonu Başkanı oldu. Futbolun ne kadar saf ve pirüpak yönetimler tarafından yönetildiğini düşününce; Kayahan ve "canım sıkılıyor canım" şarkısı geliyor aklıma nedense...
Geçtiğimiz hafta Diyarbakır Atatürk Stadı’nda sahaya inen taraftarlar (!), sahaya fırlatılan koltuklar, Diyarbakırspor yöneticisinin (!) futbolcuya (Bebbe) attığı tekme, Konyaspor’lu oyuncuların polis koruması eşliğinde soyunma odasına götürülmesi, kısacası sporla alakasız ne varsa onun Diyarbakır Atatürk Stadı’nda yaşanması, Türk futbol kimliğinin her sene yaşadığı "aynı nakaratı" değil midir?... Diyarbakırspor futbolcuları ne zaman sahaya çıksa; rakip tribünlerden yükselen "yasadışı terörist örgütü dışarı" (ismini anmaya gerek bile yok) tezahüratı hakkında ne gibi yaptırımlar uygulanmıştır futbol federasyonlarımız tarafından? Ya da bizim çağdaş (!) spor yazarlarımız hiç yazı yazmış mıdır bu saçmasapan ve aşağılayıcı tezahürat hakkında? Ajda "yaz, yaz, yaz; bir kenara yaz bütün bu sözleri" demiş ama nafile...
İsviçre maçında yaşanan olaylardan sonra altı maç ceza alan ve bu cezaya itiraz etme hazırlığında olan Türkiye Futbol Federasyonu’nun İzmir’de oynanan Türkiye-Çek Cumhuriyeti milli maçı sırasında yaptığı uygulamaya ne demeli acaba? Giriş kapılarını açıp, seyircileri sahanın etrafından yürüterek tribünlere göndermek hangi devirde kalmıştı, hatırlar mısınız? Türkiye’ye verilen altı maç seyircisiz tarafsız sahada oynama cezası için yapılan itiraz başvurusuna yanıt olarak, Diyarbakır’da yaşanan futboldışı, İzmir’de gerçekleşen çağdışı olayları kanıt olarak gösterecektir UEFA...
Keza UEFA gözlemcileri bunu mutlaka not etmiştir, hiç affetmezler böyle şeyleri... Ajda ne demiş zamanında: "affetmem asla seni"...
Yazıda konusu geçen "kimbilir" şarkısı, yazar tarafından yanıtı belli olan sorulara verilmiş cevaplardır... Ne mutlu biz futbolseverlere ki; böylesine ortamlarda dahi hala futbol keyfimizi engellemeyip, birşeylerden zevk almaya çalışıyoruz... Ara sıra Sergen, zaman zaman Alex, kafasına estiğinde Yattara renklendiriyor siyah-beyaz ekranlı tat vermeyen futbol dünyamızı... Selami Şahin’ce konuşmak gerekirse; aah Hagi ah, keyif alarak oynadığın o müthiş futbol gösterilerini "özledim"...