Anne Yadigâri

Luiza UÇKİ Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Beti çocuklarını büyütüp  rahata kavuşacağını düşündüğü bir dönemd e içinde tarifsiz bir sıkıntı hisseder. Nedenini kendisi de bilemiyordur. Dostları: "Boşluktasın. Bir meşgale bulmalısın" diye öğüt verirler.
Bir gün yolda eski bir arkadaşını görür. Tam on yıldır görüşmediği Tina ona: "bir dernekte gönüllü ordusuna katıldım. İnanılmaz keyif verici. Sen de gel. Çok rahatlayacaksın. İnan bana." diye belirtir.
Beti ertesi sabah, Tina’nın görev aldığı huzur evine doğru yol alır. İlk gün etrafı dolaşır. Olayı görür. O gece eşine: "Bana göre bir iş yok orada. Ben yapamam. En iyisi daha gitmeyeyim. Faydamın dokunacağını sanmıyorum" der.
O gece rüyasında annesini görür. Annesi ağlıyordur. Beti yanına yaklaşır. Annesi o huzurevindedir ve ona: "Lütfen buraya sık sık gel" der. Sabaha karşı gördüğü bu rüyanın etkisiyle bir kez daha denemeye karar verir ve huzurevinin yolunu tutar.
Hanımlar bir tartışma içindedir. Biri: "Lütfen Bay Bonofiyel’le görüşme görevini bana vermeyin. Geçen hafta sıra bendeydi." Derken hepsi bir ağızdan bu kişiyle görüşemeyeceklerini söylerler. Beti göreve atılır. Onunla ilgileneceğini ifade eder.
Mösyö Bonofiyel’in odasına girer ve gözlerine inanamaz: "Sizi tanıdım. Siz annemin kuzenisiniz, değil mi? Ben Estreya’nın kızıyım. Resimleriniz görmüştüm. Annem sizi dilinden hiç düşürmezdi. Hep küçükken yaptığınız muziplikleri anlatırdı bize. Hep birlikteymişsiniz. Birbirinize çok bağlıymışsınız. Sonra babanız vefat etmiş ve anneniz sizi uzak bir ülkeye götürünce annemden ayrılmışsınız. Annem günlerce kendine gelememiş. Yataklara düşmüş. Hep sizin isminizi sayıklamış: "Yuda gelsin. Yuda’yı istiyorum!" diye bağırmış rüyasında. Hep sizin hasretinizle yanmış. Bana hep: "İyi ki bir Yudam vardı. Onun sayesinde mükemmelüstü bir çocukluk yaşadım. İnan bana oyuncağımız bile yoktu. Sıkılmadık ki. Vakit sihirli bir şekilde akardı. Birbirimize doyamazdık. Onu tanısaydın bana hak verirdin. Bir daha hiçbir yerde, hiçbir kimsede bu sıcaklığı bulamadım. Bu güzel duyguları yaşayamadım. O, benim kuzenim değildi sadece. O, benim sırdaşım, canım, kanımdı. Beni gerçekten seven biriyle büyüdüğüm için çok şanslıydım ama sonra bir anda elimden kayıp yok oldu. Hiç onu göremedim. İsmini dahi duyunca yüreğimde bir heyecan belirir. Ah Yudam! Canım kardeşim o benim! Kim bilir nerededir, nasıldır? Ah bir kere daha keşke onu görebilseydim? Onun yüzün, sevgisin ve cana yakınlığını hissedebilseydim!" diyerek hep sizden bahsederdi." diye açıklar.
Mösyö Yuda Bonofiyel de hayretler içinde kalmıştır: "Demek sen Estreyika’nın kızısın öyle mi? Ne tatlı ne iyi bir kızdı o. İnan ben de onu hiç unutmadım. Hep onu görmek arzusuyla yandım, ama o zamanlar gelemezdim. Çok çektim kızım çok. Bu gözler neler gördü, bir bilsen. Neyse seni de üzmeyeyim. Yine konuşuruz. Beni biraz yalnız bırakır mısın?" diye belirtir. Beti odadan çıkar. Kapı hafif aralıktır. İçeri bakar. Yuda bir köşede hüngür hüngür ağlıyordur. Belli ki yanıktır. Belli ki onun da içinde fırtınalar kopuyordur.
Beti bütün gece uyayamaz. Ertesi sabah oraya gelir. Kadınlara. "Ne tatlı bir adammış Yuda Bey. Saatlerce sohbet ettik. Beni çok güldürdü. İzin verirseniz bundan sonra onunla sadece ben ilgileneyim" der. Hepsi buna çoktan razıdır.
Beti hergün ona gider. Ona kitap okur. Birlikte konuşurlar, yemek yerler. Hayatını adeta ona adar. Sabah erkenden kalkar. Onun için bişeyler pişirir. Eskiden yapılan yemeklerin tarifini alır. Kocası: "Hayırdır Beti! Eskiden lazanya, muffin pişiren karım bulemas, patlıcanlı borrekitas, lokumlu tatlılar falan yapıyor" diyerek onunla şakalaşır.
Beti’nin en büyük zevki Yuda’yla, annesinin hasretiyle tutuştuğu kuzeniyle, kahve içip yanında onun pişirdiği bir kurabiye ile sohbet etmek oluverir.
İnsanlar Beti’nin tuhaf olduğu kanısına varırlarsa da, Yuda’nın onu gelişiyle en kadar değiştiğin fark edemeden yapamazlar. Beti, hiçbir arkadaşıyla bu kadar çok zevk almaz. Yuda ona tüm hayatını, hatalarını, pişmanlıklarını birbir anlatır. O da tüm sırlarını onunla paylaşır. Sabah koşa koşa başına gelenleri anlatmak için onun odasına gider. O kadar huzurludur ki bu mutluluğu yüzüne yansır. Eşine: "Annem ölünce vücudumun bir kısmının felç olduğunu hissetmiştim. Yaşıyordum ama, bir bölümüm onunla birlikte ölmüştü. Asla mutluluğu bulamıyordum. İçimde sürekli kanayan bir yara vardı. Şimdi annemin kuzeniyle birlikteyken bu yaranın kapandığını hissediyorum. Düşünsene, o benim annemin bir parçası gibi. Annemin yadigari o bana. Şu anda ona o kadar ihtiyacım var ki. Onunla annemin sevgisini tekrar yaşıyorum. Sanki annemle bir aradayım gibi mutluyum. Canım annem, ne çok severmiş kuzenini! Şimdi onun sevdiği biriyle sevgisini paylaşınca annem için birşeyler yapmanın zevkini yaşıyorum. İyi ki onu bulmuşum. Felç olan bedenim iyileşmeye başladı. Bir insan anasını, babasını kaybedince üzüntüsünü bilinçaltına atıyor hayata kaldığı yerden devam etmek için. Bilirsin Freud Felsefesi işte! Sonra bu bilinçaltındakiler zamanla onu rahatsız ediyor. Boğazını sıkıyor. İşte beni bu bunalımdan Yuda kurtardı" diye açıklar.
Pesah bayramı gelip çatmıştır. Yuda’yı evine davet eder. Baş köşeye onu oturtur. Yuda: "Eski Pesah’lar gözünde canlandı. Annenle ben yanyana oturup şarapları çaktırmadan içerdik. Sonra da gülüşürdük. Bir an kendimi yine orada o sihirli anlarda hissettim. Agadanın tılsımlı melodisiyle o güzel çocukluk günlerime döndüm. Teşekkür ederim Beti sana! Beni çok mutlu ettin yavrum. Allah da seni çok mesut etsin" diyerek gözyaşı dökerken Beti: "Allah beni çok mesut ediyor zaten. İyi ki varsun Yuda Bonofiyel" diye sarılır biricik annesinin hatırasına...