Günü yaşamayi seçenler

Avram VENTURA Köşe Yazısı
9 Ocak 2008 Çarşamba

Uzun bir süre önce, beyaz eşya aldığım mağazanın çalışanına, taşımanın ve gösterdiği özenin karşılığı olarak bir miktar bahşiş vermiştim. İki saat kadar sonra, bir sorun olup olmadığını sormak için gelen bu mağazanın sahibi arkadaşım, bahşiş vermekle kendisine kötülük yaptığımı söylediğinde şaşırmıştım. Bense adamının çalışmasından memnun kaldığımı, onunla ne ilgisi olduğunu sorduğumda, hiç unutamadığım şu yanıtı vermişti:
-Bu adamın yanımda çalışabilmesi için, cebinde aç kalmayacak kadar bir parası olmalı. Daha çoğunu buldu mu kaçar, gider. Parası tükenince gelir, yine çalışmaya başlar. Göreceksin bak, yarın işe gelmeyecek!
Arkadaşımın dediği gibi oldu. Ertesi gün bir neden yaratıp işe gitmemiş.
İşyeri yakın olduğu için bu adamı sıkça görürdüm. Hele aldığım uyarıdan sonra onu daha çok gözlemlemeye çalıştım. Çok kısıtlı olanaklarına karşın, birçok insandan daha dingin, daha keyifli ve dünyayı umursamaz bir görünüşü vardı. Bir süre önce arkadaşım beyaz eşya işini bıraktı, adını olsun anımsayamadığım o adamı da, bir daha hiç görmedim; ancak onun tutkusuz, paraya değer vermeyen yaşama bakışını, onaylamasam da hiç unutmadım.
Bu arada aklıma gelen, ertesi güne yetecek balığı olduğu için kendini mutlu gören Eskimo’nun yanıtı beni gülümsetirken, aynı zamanda düşündürüyor.
Maddesel değerlere önem vermeyip, günü yaşamayı seçenler daha mı mutlu oluyorlar, bilmiyorum; ancak hedefledikleri doyum noktasını hiçbir zaman bulamayanların, mutsuzluktan kurtulamayacakları kesindir.
Yıllar önce Kafka’nın Günce’sinde okuduğum şu sözler, düşünce penceremizi biraz daha açabilir:
"Mutluluk, üzerinde durulan yerin ayakların kapladığı yerden daha büyük olamayacağının anlaşılmasıdır."
Hangimiz bu gerçeğin bilincinde olduk, eldeki olanaklarımızla yetinmeye çalıştık ki... Son soluklarını verinceye kadar, bunu göremeyen insanların çoğunluğu, bizi bu gerçeği düşünmeye yönlendirse de, sonuçta, yaşantımızda bir değişikliğin olacağını sanmıyorum. Hepsinden önemlisi, doyumsuzluk ve mutluluğun bir arada olamayacağını bilmemiz için kimi zaman bir ömür yetmiyor.
Julius Caesar'ın çılgınlığa varan tutkularını, tarih kitaplarından okuyoruz. İ.Ö. 61 yılında, Alp Dağlarını geçerken bir köyü işaret ederek söylediği şu sözler, onun duygu ve düşüncelerini değerlendirmemiz için yeterince açıktır:
"Roma'da ikinci olmaktansa, bu küçük köyde birinci olmayı yeğlerim."
Düşüncelerimizi yaşamak olanağını her zaman bulamıyoruz. Gönül, günü yaşamaktan yana ağırlığını koyarken, akıl, hiç eksilmeyen gereksinimlerimiz, çağın getirdiği moda ve teknolojik yeniliklere karşı, bizi olmadık tutkulara sürükleyebiliyor. Bireysel olarak isteklerimizin bir kısmına direnmeye çalışsak da, aile ve çevrenin baskısı ister istemez bizi, onların ağırlığı altında ezebiliyor.
Sanırım mutluluğun yolu, yaşamdaki bu dengeyi tutturabilmekte!...