Otelde panik

Köşe Yazısı
2 Aralık 2020 Çarşamba

Donup kalmış aynadaki aksime bakıyordum. Çıplaktım... Bornozu içerideki dolapta bıraktığım için kendime kızıyordum. Özenle katlanmış havlularsa duş kabinindeki rafın üzerindeydi. Ama ben o rafa ulaşana dek iş işten geçerdi. Şimdi örtünmekten daha önemli olan acele bir silah bulmaktı. Lavabonun sağ başında asılı duran metal görünümlü plastik saç kurutma makinesini gözüme kestirdim. Yıldırım hızıyla düşünüyordum; zaman daralıyordu...

Otel Gouangzhou’daydı. Yüksek tahsilini otelcilik üzerine yapmış olan oğlumun evrensel ilişkileri sayesinde yeni açılan lüks bir otelde konaklamaktaydım. Buraya uzun ve yorucu bir uçak yolculuğunun ardından giriş yapmıştım. Hızlı bir kayıt işleminin ardından, görevi otuz iki dişini birden göstererek gülümsemek olan kırmızı üniformalı bir Çinli kız, gökdelenin tepesinde bulunan 'torpilli’ odama kadar bana refakat etmişti. Oda, asansörlerin tam karşısındaydı. Fakat odaya ulaşmak için helezon bir teras şeklinde tasarlanmış olan koridor boyunca yürümemiz gerekmişti.

Refakatçim odanın kapısını açar açmaz, tepkimi anlamak için dişlerini gösteren ağzını kapatmamaya özen göstererek dikkatle yüzüme baktı. Şaşırmamı bekliyordu. İnadına tepki vermedim. Fakat banyoyu gördüğüm anda Çinli kızın heyecanla beklediği sözcük ağzımdan kaçıverdi: “WOW!”

Gerçekten de yalnız banyo değil, manzara da muhteşemdi! Kocaman bir jakuzi panoramik pencerenin önünde beni bekliyordu. Buradan bakınca bütün kent ayaklarımın altındaydı. Tuvalet ve duş birimlerini yarı şeffaf bir cam duvar ayırıyordu. Uzun lavabonun üzerini dev bir ayna kaplıyordu. Bir an önce soyunup jakuziye girmeye can atıyordum. Eh, onca uzun ve yorucu bir yolculuğun ardından bu kadarcık konforu da hak etmiştim doğrusu! Kızcağıza beklediği bahşişi verip savdıktan sonra çantamdaki üç-beş parça eşyayı dolaba yerleştirdim ve şaşaalı banyoya dalmak üzere soyundum.

Pencereden baktığımda kendimi hâlâ uçakta sandım. Görüntü büyüleyiciydi. Koca kent, ayaklarımın altında ışıl ışıl parıldıyordu! Çamaşırlarımı dolaptaki kirli torbasına attıktan sonra banyoya geçerek küvetin tamamen dolmasını beklemeye koyuldum. İşte o esnada lavabonun önünde duran minik beyaz kumanda cihazını gördüm. Müzik yayınıdır diyerek açma düğmesine dokundum. Ayna hafifçe aydınlandı ve üzerinden Çince birtakım yazılar geçmeye başladı. Ardından odamın tüm görüntüsü aynanın içinde belirdi. Daha önce hiç böyle bir şey görmemiştim! “İlginç!” diye geçirdim içimden, “Demek suyun içinde uzanmış dışarıdaki manzarayı seyrederken, insan odanın içini de gözleyebiliyor, ne gerekse?” O an dış kapıyı kilitlemediğimi hatırladım, ama önemsemedim.

Tam ayağımı jakuziye sokuyordum ki, ekrandaki görüntüde bir hareketlenme oldu: Odanın kapısı yavaşça açıldı ve içeriye bir adam girdi! Kel kafalı, bodur, beyaz tenli, orta yaşlarda biri. Açık renkli bir pantolonun üzerine lacivert bir tişört geçirmişti. Lastik ayakkabıları vardı. Oda servisinden olamazdı, belki de teknik servisten geliyordu? Nefesimi tutarak sessizce beklemeye başladım. Adam kapının eşiğinde bir müddet öylece durup sağa sola bakındı, sonra da yatağın tam karşındaki çalışma masasının altına saklandı. Akan suyun sesinden banyoda birisinin olduğunu anlamıştı besbelli… Adamın elinde bıçak, tabanca gibi herhangi bir silah görünmüyordu. Kesin bu bir ‘otel faresi’ydi! İyi ama, neden hemen odayı terk edeceğine çalışma masasının altına gizlenmişti ki? Yüreğim öylesine gümbürdüyordu ki, bir an için musluktan boşalan suyun sesini bastıracağını sandım.

Hızlıca bir plan yaptım. Banyonun kapısından odanın çıkış kapısına koşarak en fazla beş-altı adımda erişebilirdim. Saç kurutma makinasının kordonunu seri bir şekilde sol elime sardım ve cihazı sıkıca kavradım. Adam herhangi bir hamlede bulunacak olursa elimdeki cihazı kel kafasının orta yerine geçirecektim. Ne ki, salimen dışarı çıkmayı başarsam dahi, kocaman bir sorunum daha vardı: Çırçıplaktım! O uzun helezon koridorda elinde kanlı bir saç kurutma cihazıyla anadan üryan koşan birini görenler ne düşünür? Gözümün önünde Arşimet belirdi. Ben de koşarken “Evreka, evreka!!” diye bağırabilirdim. Ama en doğrusu saç kurutma makinesini sallarken “Rowenta, Rowenta!!” diye bağırmaktı… Makinenin markasına baktım, Çin malıydı…

İşte ben aynadaki adama odaklanmış böylesi düşünceler içindeyken, ekrandaki görüntü karardı. “Eyvah görüntü de gitti” diye telaşla bakınırken ekran yeniden aydınlandı. Fakat bu kez bir fark vardı: Çince yazıların yerini İngilizce yazılar almıştı. Şimdi aynada şunlar yazıyordu: “Deprem durumunda odanızı terk etmeyin, videoda gösterilen şekilde sarsıntı geçene kadar çalışma masasının altına sığının...” Kendi kendime söylenerek küvete girdim. Ama hemen sonra çıkıp odaya girdim, masanın altına kaçamak bir göz attıktan sonra dış kapıyı bir güzel kilitledim. Ne olur ne olmaz…

Geçtiğimiz ay yaşanan İzmir depreminde enkaz altından kurtarılan bir kişiyle radyoda yapılan söyleşi bana bu öyküyü hatırlattı.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün