Bir çakıltaşı ısınır içimde

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
11 Kasım 2020 Çarşamba

Şairin şiirdeki ikinci dizesi bu... İlk dizesi ise: Seni  düşünürken… Bir adam düşünün; çakıl taşını, içinde bir yerde arayıp buluyor sevdiğini düşünürken ısınan, onu da ısıtan… Türkçeyi eski şairler daha mı etkili kullanıyordu, yoksa böyle düşünen, hisseden sanatçılarımız mı azaldı bilmiyorum, artık böyle farklı, iddialı ama bir o kadar da iddiasız ifadelere pek rastlamıyoruz şiirlerde. 

Son sınıflarla Cumhuriyet Edebiyatında şiir konusunu yaptığım şu günlerde yeniden şiirlere döndüm. Aslında şiirden bir yere de gitedim pek. Gitmem…

Bedri Rahmi renklerle sözcükleri çok sağlam harmanlayabilmiş bir sanatçı… Üstelik çok yönlü. Hem şair  hem ressam. Şairliğini bilmem ama, diye onu eleştirmeye kalkanlara çok içerlermiş yalnızca ressamlığını övdükleri, üstelik de bunu şairliğini küçümsemeye kalkarak yaptıkları için…

Sözcüklerle fırça darbeleri atmayı başaran neredeyse tek şairdir Bedir Rahmi. Şiirlerini okurken bir manzaraya onunla bakar, bir meyvenin tadını onunla hisseder, bir kadına onunla aşık olursunuz. O kadar içine çekebilir sizi şiirinin, o kadar kendi yapabilir…

İş Bankası Kültür Yayınları, yine şahane bir işe imza atmış. Bedir Rahmi Eyüboğlu’nun kendi sesinden şiirlerini bir kitapta toplamış. Kitabın iç kapağında yaptığı resmin yanındaki şiir denemesini kendi yazısından bulabiliyorsunuz. Bu tür kitaplar, şairin evine gitmek ya da onunla bir yerlerde buluşup sırrına ortak olmak gibi bir şey… Biraz mahrem, biraz gizemli. Bu kitabın sadece sizde olduğunu, şairin bu şiirleri yalnızca sizin için yazdığını düşünüyorsunuz.

Kitap, beş bölümden oluşuyor. Yaradana Mektuplar, Karadut, Tuz, Merhaba Yeşil, Bigüzel… Hepsinin altında seçme şiirler var. Bütün şiirlerinde şairin kendine has üslubunun, Türkçesindeki ses ahenginin, tem farklılığının tadına varıyorsunuz. 1941’de başlayıp neredeyse yirmi yıldan fazla bir zaman yayılan süre içinde yazdıklarının nasıl gelişerek aynı kaldığını fark ediyorsunuz. Bu, bir insanın sesini ne olursa olsun tanımak, onu kokusundan, seçimlerinden, bakışından anlamak gibi aşina bir taraf… Ve galiba en çok şairlerde rastlanıyor bu şahane ize…

Anadolu’nun dili ve adetlerini anlatma kaygısı gütmeden taşımış şiirlerine… Atını çizmiş Türkçenin güzelliğinin. Dil bilmenin yararlarını bile ana dilin üstünden anlatmış muzipçe,

“En azından üç dil bileceksin / En azından üç dilde / Ana avrat dümdüz gideceksin… En azından üç dilde / canımın içi demesini / Canım ağzıma geldi demesini / Kırmızı gülün alı var demesini / Nerden inceldiyse oradan kopsun demesini / Atın ölümü arpadan olsun demesini / Keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur demesini / İnsanın içini sömürmesi / Rezilliğin dik alası demesini / Ne demesi be / Gümbür gümbür gümbürdemesini bileceksin.”

derken bile bütün bunların yabancı bir dilde asla söylenemeyeceğini bilir. Zaten derdi, tam da bunu anlatmaktır. Dildeki farklı tadı, etkiyi ve özgünlüğü… Bunu başka dilde bulamayacak olduğumuzu… Ama bunu anlatırken sıradanmış gibi görünen tüm bu ifadelerin aslında ne kadar zengin anlamlar içerdiğini, ne kadar bilinmediğini, sahip olduklarımızın kıymetini nasıl bilemediğimizi, zenginliklerimizin nasıl farkına varamadığımızı anlatır, hem de şiirle…

Bir şairin aynı anda hem lirik hem didaktik olması çok zordur. Üstelik Bedri Rahmi bunu sanat yapmış olmak için, farklıyı yakalamaya çalışmak için de yapmaz. Kaleminin ucundan akıp gider bu ifadeler, tıpkı resimlerindeki çizgiler gibi…

Resimlerinin kenarına şiir yazmak, yazdığı şiirlerin yanına resim yapmak; onu hayatın içinde bambaşka hayallere, tutkulara ve farkındalıklara taşır. Tabii sizi de… İçinizde bir şeyin ısındığını hissedersiniz sevdiğinizi düşününce ve ona çakıl taşı demiş bir adamı hatırlarsınız. İçinizde adını koymaktan hoşlanacağınız farklı köşeleri keşfe çıkarsınız.

Şairlerin mucizevi gücü tam da buradadır işte!

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün