Bir semtten geleceği yaratmak: Göktürk

Mois GABAY Köşe Yazısı
5 Şubat 2020 Çarşamba

Annemi kaybettiğim haftanın Şabat günüydü. İleriki zamanlarda bu semtte yeni ailemle hayatıma yepyeni bir başlangıç yapacağımın bilincinde Şaar Aşamayim Sinagogunda Rav İsak Alaluf’un değerli Tora sözlerini dikkatle dinlemekteydim. Rav Alaluf söze Şaar Aşamayim Sinagogunun genç cemaati ile manevi anlamda ne kadar zengin olduğunu hatırlatarak başlamıştı. Nitekim duanın başından beri dikkatimi çeken Bar-mitzva zamanlarından tanıdığım birçok arkadaşımın evlenip İstanbul’un bu yeni mahallesine yerleşmiş olduğuydu. Binalar farklı olsa da değişmeyen tek şey birliktelik duygusuydu. Şabat Seudası’nda Rav Alaluf ve değerli eşi Leyla Hanım bizleri masalarına davet ederek onurlandırdılar. Keyifli sohbetimizde Rav Alaluf İzmir’den geldiklerinden beri bu semte alışma sürecinde tatlı anılardan bahsederek hepimizi bolca güldürdü. Sinagogdan eve yürürken Göktürk mahallesine karşı soğuk duygularım yerini aile havasının sıcaklığına bırakmıştı.

Bir kentin değişen yüzüne bir semtten yola çıkarak bakmak yaşadıklarımızın ve tanıklıklarımızın içerdiği anlama doğru içsel bir yolculuğu da kaçınılmaz kılar. Durup baktığımız yer anlam yüklediklerimizin rengini, kokusunu taşır kuşkusuz. Oradan yansıyanlarla kendi kişisel tarihimizin de dönemeçlerine uzanırız. Yaşadığımız yer, o an daha bir anlam kazanır. Bir yere ait olma, bir mekânda yaşama duygusu bizi zenginleştirdiği gibi hayata bağlanmanın, orada soluk almanın neler içerdiğini de gösterir. Kentlerdeki değişim kaçınılmazdır. Buna karşı durmanın olanağı da yoktur. Peki ya geleceği kurarken geçmişin renklerini taşıyarak değişim neden olmasın?

O Şabat günü Göktürk Şaar Aşamayim Sinagogunda bu duygunun tanığı olmuştum. Eğer geçmişin birikimi bugün karşımıza ‘gelenek’ olarak çıkıyorsa neden elimizle itelim bunu? Bağlanmak, aidiyet duygusunun gerçekliğini kavramak bir yerin hayatımızdaki anlamına bakmayı kaçınılmaz kılar. Yaşadığımız semtler, mahalleler, adımladığımız sokaklar, gidip kapandığımız evler birer ‘ikamet’ yeri değil, yaşama kültürümüzün bir parçasıdır. Oralarda varoluşumuzun ruhunu buluruz. Geçmişten günümüze İstanbul’da Yahudi toplumunun yaşadığı mahalleler de değişimden payını almıştır. Balat, Hasköy ve Galata artık anılarda kalan birer Yahudi mahallesi iken özellikle 2000’li yılların başında yeni evlilerle ağırlıklı başlayan göç, 2003 Şişli Beth İsrael ve Neve Şalom sinagog saldırıları sonrası ivmesini arttırarak Göktürk’ü yeni bir yaşam alanı kılmıştır. Yakın bir zamanda yerleşip hayatımı sevdiklerimle kurmayı planladığım Göktürk’ü benimsemeye çalışırken, Amerikalı şehir planlamacısı Kevin Lynch’in sözleri kulaklarımda yankılanmaktadır: “Hiçbir şey kendiliğinden deneyimlenemez. Çevresiyle her zaman bağları olmalıdır, kendisini meydana getiren olaylar dizisiyle, geçmiş deneyimlerin hatırasıyla algılanabilir. Her bir kentlinin kentin bazı kısımları ile uzun bir münasebeti olmuştur ve ona ilişkin kendi imgesi hatıra ve anılarla yüklüdür.” Göktürk’e, yeni bir hayata doğru döngüsel yolculuğumda bana geçmişimi hatırlatacak izler görmeyi çok istedim. 2000’li yıllarda evlenen tanıdıklarımın birçoğu evlerini bırakıp yurtdışına göç etmiş, eski mahallelerimin komşulukları, çokkültürlü yapı yerini ‘site’ yaşamına bırakmıştı. Nefesimin tükendiğini hissettiğimde çarşıdaki Read&Rest Cafe’de tanıdıklarla soluklanıp, çarşı yürüyüşlerini Büyükada sahile benzetip kendimi avutacaktım. İzmirli dostlarım içinse aynı çarşı Alsancak’ın coşku dolu zamanlarını hatırlatmaktaydı. Bir zamanlar Suadiye’de, Caddebostan’da, Galata’da, Taksim’de o sayıca bol olduğumuz varlık yılları unutulan bir zamanın, yaşadığımız talihsiz olaylar sonrası oradan oraya sessiz göçlerimiz ise içe kapandığımız yılları hatırlatırken, bizler şimdiki yaşanan zamandaydık. Bu üç ayrı zamanda da belirleyici olan geçmişimizi bugüne taşıyan mekânların yok olması ve var olanların da iyice silikleştirilmesidir. Çok kültürlülüğünü kaybeden semtler bu kaybın boşluğunu ne kadar hisseder bilinmez ama yeni mahallerimiz taşıdıkları önemin acaba farkında mıdır? Göktürk bugün yakın bir geçmişle yaşanan anı buluşturan unutmayı hatırlatan zamanın en önemli tanıklarından biridir. İçine kurt düşen elmanın kemirilip tüketilmesi gibi tükenip başkalaşmakta olan kentin asli kültürünü barındıran son taşlarından biridir. Dilerim yöneticiler de bu durumun farkında bir şekilde bu semti tasarlarken çok kültürlülüğe önem vermeye devam ederler.

Geçtiğimiz hafta siyasilerin söylemlerinde azınlık toplumlarının bir kez daha uzlaşamayan ülkeler arasında birer pazarlık unsuru olarak görüldüğünü üzülerek gözlemledim. Yüzyılın anlaşması diyerek iddialı bir isimle ortaya atılan ve daha baştan muhataplardan birinin sahada olmaması ile uygulanabilirliğini kaybetmiş bir siyasi anlaşmaya bölgenin diğer ülkelerinden bir ses çıkmazken tarihsel rolü ile Türkiye’nin katkıda bulunamamış olması bile bir kez daha durup düşünmeyi gerektirir. Filistin tarafını masaya getirebilecek en önemli güç Türkiye’mizin, tarafsız bir şekilde misyonunu yakın gelecekte gerçekleştirebilmesi için dileğim tüm tarafların üstlerine düşen görevleri yerine getirmesidir.

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün