Saul’den Saul’e, Davit’ten Baruh’a

Bir Özgürleşme Arayışı -4

Metin SARFATİ Köşe Yazısı
22 Ocak 2020 Çarşamba

Hocası Rav Menaşe ile Bento soğumaya yüz tutmuş odanın bir ucunda ölgün alevin hemen yanı başında ısınmaya çalışıyordu. Heretik olarak adlandırılan özgürlükçü din adamı ile Bento, Rembrandt’ı beklerlerken kısık bir sesle sohbet ediyorlardı. Kimbilir Menaşe uyarmaya devam ediyordu eski öğrencisini. Dikkat et seni tehlikeli buluyorlar diyordu mutlaka. Filozofların sanıldığı kadar zararsız olmadığını biliyorlar onlar da. Aslında var olanı sorguladıklarından korkutucudurlar filozoflar iktidar sahipleri için. Bunun için susturulmaya çalışılacaklardır her zaman diye devam ediyordu mutlaka.

Katılmıştı sessizce Bento. Elini uzattı ateşe düşüncelere dalarken. Odanın kapısı açılıp eşikte Rembrandt göründüğünde, kar pencerenin ardında beyaz kadifeden örtüsünü dokumaya başlamıştı tekrar.

Yunanlılar Sokrates’i boşuna mı ölüme yollamışlardı? O da onlara ne yaparsanız yapın sonsuza kadar benden kurtulamayacaksınız tehdidini durduk yerde mi savurmuştu?

Filozof toplumu etkilediğinde tüm yapı ile birlikte iktidarın ve dinin temellerinin çatırdayacağını bilmeyen yoktu antik zamanlardan beri.

Menaşe, Bento’ya senden de kurtulmak isteyebilirler dediğinde Rembrandt odanın dışına doğru seslenecekti; odun gerekliydi ateşi cılızlaşmış şömineye. Bu kadınlar niye ilgilenmiyorlardı konukları ile diye geçirdi aklından 18.yüzyıl Hollanda’sının büyük dâhisi.

Kendisine Tevrat’ı öğreten yaşlı Rav’ın portresini yapmıştı ama asıl genç filozofu çizecekti ressam. Açıklanamaz bir bağlılık hissediyordu bu genç sokak komşusuna. Onu yok etmeye kalktıklarından beri cesaretine ve iradesine hayranlığı daha da artacaktı.

Albatrosların kanatlarında özgürlük kokusu taşıdıkları bu kentte aynı yazgı ikisini de birbirine bağlıyordu sanki. Sanatında somutlaşmalıydı bu gizemli bağ. Bu bir an evvel olmalıydı. Yakındı artık ikisi için de kaçınılmaz olan.

Hiçbir şey yazgı değildir diye direnecekti Bento, okuyabilseydi ressamın düşüncelerini.

↔↔↔

Ne olursa olsun yaz gelecekti. Kristal taneleri dışarda savrulsa da Temmuz’un 26’sına çok kalmamıştı. Cahil burjuvaziden yana idi yasalar. Biliyordu büyük sanatçı. Yakında tebliğ edilecekti karar kendisine. Ahlaksızca seviştiği bu yatağı bile alacaklardı borçlarına mahsuben. Ömrünü çalacaklardı bu para düşkünü rezil sınıfa ait insanlar. Sanatı ömrünün ta kendisi değil miydi? Biliyordu tablolarının tümüne de el koyacaklardı.

Devam edecekti her şeye rağmen dünyayı sanatı ile yorumlamaya. ‘Kral ve Saul’ ile görünmez bir Spinoza’yı armağan etmişti insanlığa. Morteira’ya ve Yahudi tutuculuğuna inat yapmıştı bunu. ‘Veritas’ın ve özgürlük arayışının kutsalın arkasına gizlenerek yok edilemeyeceğini biliyordu. Sanatı bu bilgisine tanıklık etmeliydi.

Albatrosların çığlık çığlığa itirazlarına rağmen, icra memurlarının atlı arabasına bindirilenlerin arasında mıydı o gün ‘Saul ile Davit’? Bilinmez.

Yapıtta harp çalan genç ve masum David’e, ihtirasını ve kıskançlığını gizleyemeyen, güçlü İsrail kralı Saul vurmaya hazırlanıyordu.

↔↔↔

Ayrılma zamanı gelmişti. Muhtemelen bir daha görüşemeyeceklerdi. Menaşe ve Rembrandt ile vedalaşmadı yine de Bento.

İnsanın özgürleşmesi- kurtuluşu uzun ve zor olacaktı. ‘Akıl’ modern zamanların perdesini açacaktı sadece.

Albatros dışarıda bekliyordu. Amsterdamlıyı yol üzerindeki yeni sürprizlerden koruyacaktı.

Aklı Bento ile beraber kanatlarının üzerine aldı kanalların arasından yükselirken.

↔↔↔

26 Temmuz 1656 gününde sanatçının mahremiyeti dahi yok edilecekti. Bunun meşruiyeti, yer üstü yasalarına dayandırılacaktı. Tüm eşyalarına ve yapıtlarına el konacaktı.

Spinoza da aynı mahkemenin kararı ile aynı gün sürgüne gönderilecekti. Ama bu kez dayanak yer üstü yasaları olmayacaktı. Gökselin iradesi ile yer üzeri düzenlenmek istenecekti.

Hahamlar talep etmişlerdi bu kararı mahkemeden. 18.yüzyılın iki dâhisi de kendilerine bir gün evvel aynı mahkemece tebliğ edilen kararlara uyacaklardı.

Kader miydi, evrenin yasaları mıydı bunun mimarı?

↔↔↔

Simsiyah bukleleri solgun uzun yüzünün üzerine düşüyordu David’in, Rembrandt’ın tablosunda.

Hastalıklı, Portekiz bakışlı David, Baruh değil miydi aslında? Ama Rembrandt’ın Saul’ü de David’i de ‘Krallar Kitabında’ resmedilenin dışında bir Davit olacaktı. Kara bakışlı Saul bukleli saçlı masum genci yok etmek istiyordu. Bu genç Davit halkının yok etmeye kalktığı Baruh’la aynı bakışı taşıyacaktı.

Sion’un inşası ilkinin, akıl ile gözden geçirilmesi ve evrensel bir ufka doğru kanatlanması ikincisinin tarihsel misyonu olacaktı.

Felsefe modern zamanların başında tarihe tüm gücü ile ağırlığını koyacaktı.

Anlayarak dönüştürmek… Spinoza ikisine de davet edecekti insan olanı.

Sefarad bakışlı Baruh’la, Rembrandt’ın Davit’i zulme uğrayışın ortak paydasında birleştirilmişlerdi.

Rembrandt’tan başka kim yapabilirdi bunu?

İkisine yapılan saldırının sonsuza kadar tanığı vardı artık. Mahkemece dahi ortadan kaldırılamazdı bu gerçek.

Başka bir tabloda da (Le Synagogue des Martyrs) diğer Saul’u çizecekti Rembrandt.

Bu siyaha bırakılmış yüzü ile Rav Saul Morteira idi.

Kral Saul ile Rav Saul albatrossuz bakışları ile biri Davit’in diğeri Baruh’un cehennemi olacaktı. Biri bin yılı çoktan aşkın bir süre çölün sıcağında diğeri kanalların ülkesinde karanlığın, korkunun ve ihtirasın tanrısı olacaklardı.

↔↔↔

Kar gökyüzündeki bulutları pembemsi bir maviye boyamıştı.

Saul Levi Morteira niye burjuvazinin karşısında değildi. Niye borsa binasındaki dindaşlarının karşısında yer almıyordu diye düşünmeden edemeyecekti Bento? Neydi amacı onun kutsalının?

Bir şey belliydi artık diye not edecekti Spinoza daha sonraları. Gelecek olan toplumlar ticaretin toplumu olacaktı. Ticaret, her şeyden çok hatta din üzerine tartışmalardan daha önemli olacaktı.

Toplumların büyük bir çoğunluğu için yaşamak, para kazanmak demek olacaktı. Bilmek dahi maddi getirisi ile ölçülecekti.

Ama yaşamak bundan ibaret olabilir miydi? Yaşamak filozof için önce anlama çabası değil miydi?

Nasıl var olunacaktı ki başka türlü.

↔↔↔

Yazgı Baruh’u ve Rembrandt’ı 1657 nin 26 Temmuz’unda birleştirecekti.

Burjuvazi bu tarihte Rembrandt’ın sanatını teslim almaya gelirken Morteira halkın önderi sıfatı ile Baruh’un sürgün kararnamesini hazırlayıp okuyacaktı.

İnsan soyunu tanrısal bir ufka taşıyacak olanlar hüküm giyebilirler miydi?

Özgürlüğün ve hakikatin yolu uzun ve karanlıktı.

↔↔↔

Amsterdam’ın Büyük Sinagogunda Spinoza beklenecekti.

Modern zamanların açılışı sancılı olacaktı. Albatros bunu biliyordu. Bento’yu getirip bıraktıktan sonra sinagogun penceresinin önüne geldi, kondu.

Dolmuştu her yer içerde.

↔↔↔

Büyük Amsterdam Sinagogunun önündeki meydan, tarihi izlemeye gelenlere yetmedi.

Kristal taneleri beyaza boyadı meydanı.

Yan taraftaki kilisenin çanları bilinmez niye çalmaya başladı.

Modern zamanlar açılacaktı.

Tarih artık kutsalın müdahalesine kapalıydı. Veya kutsal tarihe müdahaleden vaz geçmişti.

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün