Bir zamanlar Yugoslavya vardı

Umut UZER Köşe Yazısı
31 Temmuz 2019 Çarşamba

Güney Slavlarını birleştirme amacını güden Yugoslavyalılık bilinci ile 1918 yılında Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı adıyla kurulan birinci Yugoslavya, 1929 yılında ismini Yugoslavya Krallığı olarak değiştirdi. II. Dünya Savaşı esnasında Alman işgaline maruz kalan ülkenin, savaş sonrası Tito önderliğinde sosyalist bir cumhuriyete dönüşmesiyle ikinci Yugoslavya dönemi başladı.

1948 yılından itibaren Sovyet ekseninden kopan Yugoslavya, Bağlantısızlar Hareketinin Hindistan ve Mısır gibi önemli aktörlerinden biri oldu. Aynı zamanda Batı ile de belirli ölçüde ilişkiler kuruldu.

Hırvat kökenli Josip Broz Tito, sosyalist prensiplerine rağmen, ülkeyi uluslardan oluşan Sırbistan ve Hırvatistan gibi cumhuriyetler altında yönetiyordu ki aynı uygulama zaten Sovyetler Birliğinde de mevcuttu. Ancak temel sorun bu aşamada aynı dili konuşsalar bile farklı ulusal bilince sahip Hırvatların ve diğer ulusların yapay denebilecek bir Yugoslavyalılık kimliği altında birleşemeyeceği gerçeği idi. Nitekim Tito’nun 1980’deki ölümünden sonra kademeli bir şekilde Sırp ve Hırvat milliyetçilikleri güç kazandı.

1991’de önce Slovenya, Hırvatistan ve Makedonya bağımsızlıklarına kavuştu, daha sonra 1992’de Bosna-Hersek bağımsızlığını ilan etti, ama 1995’e kadar sürecek savaşın sonucu olarak bu ülke ancak Dayton Anlaşması sonrasında barışa ulaşabildi. Sırbistan ve Karadağ ise Yugoslavya ismini 2003’e kadar muhafaza etti, bu tarihten sonra devletin adı Sırbistan-Karadağ olarak değişti ve böylelikle Yugoslavya ismi tamamen tarihe karıştı. 2006 yılında ise Karadağ bağımsızlığını ilan etti. İki yıl sonra 2008’de Sırbistan’ın özerk bölgesi Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesi ve 100’den fazla ülke tarafından tanınmasına rağmen Birleşmiş Milletlere üyeliği gerçekleşmedi.  

1992-1995 arasında devam eden Bosna Savaşı esnasında özellikle Srebrenitsa’da Sırpların soykırım suçu işlediği uluslararası mahkeme (ICTY- International Criminal Tribunal for the former Yugoslavia) tarafından kabul edildi ve birçok siyasetçi Hollanda’nın Lahey kentinde savaş suçlusu olarak yargılandı ve cezalandırıldı. Kanımca sadece tek şehirde soykırım olduğunu kabul etmek eksik bir tanımlama olacaktır çünkü işlenen suçlar bütün Bosna’da vuku bulmuştu.

Yugoslavya’nın yıkılışı esnasında, II. Dünya Savaşı’ndan sonra tekrar yeni bir soykırımın Avrupa kıtasında gerçekleşmiş olması son derece şoke edici olmakla beraber, bu savaş ancak Amerika’nın müdahalesi ile durdurulabildi. Avrupa Birliğinin ekonomik dev-siyasi cüce olduğu bir kere daha görülmüş oldu ve ulusal kimliklerin önüne geçilemeyeceği anlaşıldı. Kosova’daki Arnavutlar dışında diğer cumhuriyetlerin hepsinin Slav kökenli olması özellikle de Sırpların, Hırvatların ve Boşnakların aşağı yukarı aynı dili konuşması bölünmeyi engelleyemedi. Tabi Sırp-Hırvat çatışmasının Birinci ve İkinci Dünya Savaşı dönemine kadar gittiği ve Hırvatların Nazi yanlısı Ustaşe rejiminin, Yahudilerle beraber Sırpları ve Romanları da Jasenovac ölüm kampında katlettiği Sırpların hafızasında mevcuttu. 

1990’lar gibi yakın bir zamandaki savaş da dikkate alındığında, Batı Avrupa benzeri bir barışın tesisinin önünde bu kanlı olayların yarattığı düşmanlıkların bir engel teşkil ettiği söylenebilir. Gene de Hırvatistan ve Slovenya’nın AB üyesi olması, diğer eski Yugoslav Cumhuriyetleri için bir umut kaynağı olabilir. Öbür taraftan, bugün en büyük sorun hala Kosova çünkü bağımsızlığı İspanya ve Yunanistan’ın da dahil olduğu beş AB üyesi tarafından tanınmıyor. Sırbistan zaten Kosova’yı kendi topraklarının bir parçası olarak görüyor. Öbür taraftan günlük hayata bakıldığı zaman “etnik temizliğin” tamamen başarılı olmadığı gözlemlenebiliyor.

Şöyle ki, Sırbistan’ın Sancak bölgesinde hâlâ Boşnaklar yaşarken, başkent Belgrad’da Bayraklı Camii ibadete açık. Saraybosna’da sayısız caminin yanında, Ortodoks ve Katolik kiliseleri mevcut. Tabi her iki şehirde sinagoglar da var. Öbür taraftan Kosova’da başta Deçani manastırı olmak üzere çok sayıda Sırp kilise ve manastırının dışında Sırpça, Arnavutçanın yanında resmi dil olarak geçerliliğe sahip. Prizren kasabasında Türkçe de yerel bir dil olarak belediyede kullanılıyor, sokak levhaları her üç dilde yazılıyor. Ayrıca, Mamuşa adlı tamamen Türklerin yaşadığı bir köy toplumsal çeşitlilik örneği olarak var olmaya devam ediyor ve köy meydanında Türk, Arnavut ve Kosova bayrakları yan yana dalgalanıyor. Öbür taraftan Makedonya’da Makedonca’nın yanında Arnavutça da resmi lisan. Dolayısıyla bütün savaşlara ve katliamlara rağmen halklar, eski ölçüde olmasa bile beraber yaşıyor. Özellikle Balkanlarda, gerilimlerin ve eski nefretlerin çatışmaya dönüşme ihtimali, yüksek olmasa da, her zaman mevcut. Gene de, belki naif bir yaklaşım da olsa, İskoçya’da Birleşik Krallığın parçası olmaya devam etmek isteyenlerin söylediği gibi “Birlikte olmak daha güzel” (Better Together). 

Okuma Önerisi

https://encyclopedia.ushmm.org/content/en/article/jasenovac

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün