Kitap denen yak›n dost

Tülay GÜRLER KURTULUŞ Köşe Yazısı
27 Mart 2019 Çarşamba

Ne yaparsak yapalım, hayat ne getirirse getirsin, kendimize zaman ayırmanın en güzel yolu kitaplar…

Yine akıcı ve merak uyandıran bir roman, imza; yine Livaneli… Onu hiç okudunuz mu bilmiyorum ama bu kitapta da Zülfü Livaneli’nin kalemi bana çok tanıdık. Sanki siz yazabilseniz bu kitabı onun gibi yazarmışsınız hissine kapılırsınız onun romanlarını okurken ama elbette yazamazsınız. Çünkü o herkesi anlayacağı dilden, herkese hitap eder şekilde yazmayı müthiş bir biçimde ve farklı şekilde yapabilir. Yine yapmış.

Son kitaplarından ‘Huzursuzluk’ için, basın bültenindeki satırlar, kitabın konusu hakkında şöyle diyor: 

“İstanbul’un kargaşası içinde sıradan bir yaşam süren İbrahim, çocukluk arkadaşı Hüseyin’in ölüm haberi üzerine doğduğu kadim kent Mardin’e gider. Onun, önce sevdaya sonra ölüme yazılmış, Mardin’de başlayıp Amerika’da sona ermiş hayatını araştırmaya koyulur. Böylece âdeta bir girdabın içine çekilir, tutkuyla ve hırsla gizemli bir kadının peşine düşer. 
Harese nedir, bilir misin? Develerin çölde çok sevdiği bir diken var. Deve dikeni yedikçe ağzı kanar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz… Ortadoğu’nun âdeti budur, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.

Mardinli Hüseyin ile IŞİD zulmünü misliyle yaşamış Ezidi kızı Meleknaz’ın ve kelamın çocuklarının hikâyesi... Livaneli okuru, sevda ile acının iç içe geçtiği bir Ortadoğu gerçeğiyle buluşturuyor.”

Daha ayrıntı verirsem, insanlığın hem kendi payına yaşadıkları hem de toplumu nasıl şekillendirdiği konusunda çok fazla fikir sunmuş olurum sizlere. Yazar, son dönem gerçeğini olanca çıplaklığıyla gözler önüne seriyor kitapta… Aşkın, kavganın, Ortadoğu’da yaşananların tam ortasında bulacağınız nefis bir serüvene sürükleneceksiniz kitabı okurken…

Bir diğer kitap da Nermin Yıldırım’ın ‘Dokunmadan’ adlı romanı. Adalet’in gözünden hayatın yeniden keşfedilişini anlatıyor.“Adalet, 29 yaşında genç bir kadın. Hayata ve insanlara dokunmadan, ne mutlu ne mutsuz, öylesine yaşayıp gitmektedir. Ta ki doktoru, ölümcül bir hastalığa yakalandığını söyleyene dek... Hastalığı için kendini suçlayan Adalet, hayatını didik didik ederek, ilk günahını, masumiyetini kaybettiği ilk gerçek suçunu bulmaya çabalar. Bu uğurda çıktığı yolda kendiyle de, içinde yaşadığı ülkeyle de yeniden tanışacaktır.”

İnsanın, çizginin öteki tarafına geçmesi, an meselesidir hayatta. Bir aşk, bir doğum, bir hastalık, bir terör saldırısı; yalnız onun değil, çevresindekilerin de hayatını sil baştan yazmalarına sebep olur. İnsan bunu yaparken yeni farkındalıklar geliştirir, bilmediklerini keşfetme olanağı da bulur hayatta. Bir şerden bambaşka hayırlar çıkarır kendine.

Ve sonuncusu da aşk üzerine. Didik didik ettik aşkı bin yıllardır…

Her yazar kendi kaleminin ucundan dökülenlerle, farklı tarifler yazdı onun için; her okur, okuduklarından kendine göre anlamlar çıkardı. Aşk; bütün bu yazılan ve okunanlarda hiçbir zaman tek başına olmadı. Sadakatsizlik, ihanet, başkasına gönül verme, yalan dolan; aklınıza ne gelirse onun yanına yakışmayan, hep onları da beraberinde sürükledi. Hiçbir şey olmasa, vuslat yoktu bazı aşklarda.

Emre Alkın da bu konuya eğilmiş kitabı ‘Seve Seve Aldattım’da. Nefis bir adı var kitabın. Elinize aldığınızda iki türlü de düşünebilirsiniz kitabı okumaya başlamadan önce: Bir adam var, karşısındakini sevdiği halde aldatıyor veya aynı adam, bunu ta içinden gelerek yapıyor, yaptığı bu kocaman yanlıştan zerre kadar pişmanlık duymadan. Hangi sonuca varmış olursanız olun, yazar kitabında var olanları şöyle özetliyor:

“Aşk şudur... Aşk budur...” Sıkılmadın mı dinlemekten bu tarifleri?
Sıkıldın tabii… Sana on dört tane aşk hikâyesi yazdım o yüzden. 
Her biri birbirinden ayrı. Başkasına delicesine âşık olan da var, kendine âşık olan da. Kendinden başka herkesi kandıran da var, sadece kendini kandıran da… 
Unutulmaz aşklar da var, unutulup gidenler de... 
Tarif yok, ders yok, ana fikir yok... Olduğu gibi oku diye… Kararını sen ver, tarifi sen yap… ya da yapma...
Hikâyenin kahramanlarını tanırken “Tam da ben” diyeceksin belki… “Tam da benimki” de diyebilirsin. Onu, bunu, şunu değil… “Bizi” yazdım aslında... Üzerine alınan olabilir... Bilemem… Bildiğim tek şey var… 
Aşk güzel şey… Acıtan aşk değil… “Aşk” diye tarif ettiğimiz, aşkla alakası olmayan duygular... 
Onları da bulacaksın bu kitapta...
Hepsini anlattım... Sevgiyle ve keyifle...” 

Ben de okudum üç kitabı da yazar gibi sevgiyle ve keyifle…

 

 

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün