Filmler arasında gezinti

Riva DUVENYAZ Köşe Yazısı
26 Aralık 2018 Çarşamba

Bu yazımda geçen haftalarda izlemeye fırsat bulduğum üç filme değinmek istiyorum. Bu filmlerin, yapımcıları tarafından ‘hadi yapalım’ kararını vermelerinin belli ki çok farklı sebepleri var. Örneğin, ya gişe rekorları için, ya ödülleri kucaklamak için ya da ölümsüz olmak için… Filmler ile ilgili yorumlarıma girmeden önce ‘gişe’ için olanlarının artık daha bilimsel verilere dayanabileceğine dair üretilen bir teknolojiden bahsetmek isterim.

Bu teknolojinin adı Merlin Projesi. Yapay zekâ insan yerine geleceği tahmin edebilecek bir araç. Bugüne kadar film piyasasındaki insanlar, örüntüleri fark etmek ve gelecekteki hangi yapımların tutacağını isabetli tahmin etmek için kendi zekâlarını kullanırlardı. Artık yapay zeka bunu onlar adına yapacak. Bu iş için Google ve 20th Century Fox tarafından Merlin adı verilen bir proje geliştirildi. Projenin amacı, izleyicinin beğenisine ve ilgisine nail olan unsurların belirlenmesi ve bu sayede çekilecek filmlerin daha yüksek ciro yapmasının sağlanması… Yani,  çok para harcayarak bir yapıma girerken, insanların para vererek izlemek isteyecekleri bir ürünün garantilenmesi…

Merlin, istenen bilgiye göre uzmanlaşabilecek kadar fazla veriye sahip bir yapay zekâ.

Örneğin Bizim İçin Şampiyon ‘gişe yapar’ umudu ile çekilmiş bir film diyebiliriz. Adeta reklam arası verilmeden izlenen bir dizi bölümü gibi… Birkaç bölüm daha çekilsin diye her tür altyapı hazır, melodram, başarı, karakterli hırçın bir at, onunla dost olan kadın ve erkek… Türk dizi izleyicisinin beğenisi hedeflenmiş. Bana göre arka plandaki yarış atları dünyasına ait teknik dil, ‘tartıya çıkmak,  ilaç sürmek, box’a girememek’ çok keyifliydi, ancak film kalitesi tam da gişe umudu içeren demode bir melodramatik komedi kıvamındaydı… Örneğin Bold Pilot’ın burun farkı ile kazandığı Enternasyonal’de müzik yerine sessizlik olsa izleyicinin asla unutamayacağı bir zirve olurdu.

İkinci bahsedeceğim film, Yeşil Kitap. Yeşil Kitap ise tam da ödül getirir umudu ile yapılmış bir film besbelli… Yapayalnız, çok kültürlü eşcinsel siyahi bir piyanist ile, raconları öğrenmiş eğitimsiz kaba saba İtalyan göçmeni şoförünün, bir yolculuk sırasında ABD’nin utanç dolu eşitsizlik yıllarının acıtmadan verildiği bir dönem filmi… En büyük tezat, piyanistin, aşağılanmaya maruz kaldığı tenine ait kültüre yabancı olması, iki tarafa da ait olamaması idi… Köleler kendisine şaşkınlıkla bakakalıyordu…

Asıl kalbimi fetheden film ise, Roma… O da belli ki sinematografisini ve yönetmenliğini üstlenen Alfonso Cuaron için bir ölümsüzlük filmi… Cleo adlı ev hizmetlisinin gözünden orta gelirli bir burjuva ailesinin vasat yaşamına konuk oluyoruz. Ama sıradanlığın içerisine eklenmiş onlarca karede bir döneme, bir kültüre, bir darbeye şahit oluyoruz… Gözlerinizi kapatın, kollarınızı gökyüzüne doğru kaldırıp başınızın üzerinde birleştirin… Ve şimdi tek bacağınızı diğerine sürterek diz hizasına kadar kaldırmaya çalışın… Filmi izlerken o sahne geldiğinde beni hatırlayın… Yalın bir senaryoya teslim olun.

Filmlerden sadece kalıcılığı hedefleyenler ruhunuzda iz bırakır… Ödüller ve gişeler unutulur…

 

 

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün