Trenden inme zamanı geldiğinde…

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
5 Aralık 2018 Çarşamba

Kasım ayının başındayız. Paris’teki Ulusal Sanat Tarihi Enstitüsünde dünyanın en önemli sanat tarihi uzmanları, ölümünden sonra unutulmuş bir sanat tarihçisinin 100. doğum gününü kutlarken, bugünlerde sanatta devrim niteliğinde kabul edilebilecek yaklaşımlarını ve teorilerini masaya yatırıyorlardı.

Konferansa katılanlardan biri, merhumun en yakın arkadaşına yazmış olduğu ve adeta ticari talimatların yer aldığı sararmış kağıttaki notları okurken birden yavaşlar ve heyecanla notların içeriği ile alakasız bir cümleyi sesi titreyerek okur:

“Trenden inmek için pek çok inandırıcı nedenim var.”

Ne demekti ‘trenden inmek?’ Ama her şeyden önce bu satırların yazarı kimdi ve neden bunu yazmıştı arkadaşına?

Bu kısa notların sahibi, öldükten tam 50 yıl sonra değeri anlaşılan ve özellikle Rönesans sanatı inceleme ve analizlerinde sanat tarihinde devrim yapmış biri olarak nitelendirilen Romanya doğumlu Fransız sanat tarihçisi Robert Klein’dı.

Kimdi Klein ve neden unutulmuştu? Bugün ne olmuştu ki gündeme gelmişti?

Robert Klein, Yahudi bir anne-babanın oğlu olarak 1918’de Romanya’nın Timişvara kentinde doğacak, parlak zekâsı, eğitiminin çeşitliliğinde kendini belli edecekti.

Klein, ilk önce Romanya’da tıp eğitimi alır, daha sonra Çekoslovakya’da felsefe okur ve en nihayet tekrar Romanya’da bilim disiplinleri eğitimi alır. II. Dünya Savaş’ı patlak verdiğinde, Romen ordusuna alınır, daha sonra kimliğinden dolayı zorunlu çalışma kamplarında tutulur. Romanya’nın savaşta Almanlara karşı tutum almasıyla beraber kamptan kurtulur ve Çekoslovakya’da müttefiklerin yanında savaşa katılır. Savaştan sonra Romanya’da yaşamak istemez, Fransa’ya iltica eder ama Fransız entelektüel ve sanat tarihi çevreleri, dönemin Fransa Devlet Başkanı Charles de Gaulles’e mektup yazmalarına rağmen Klein ölümüne kadar vatansız olarak yaşar.

Robert Klein, Paris’te önemli diplomalarına karşın en başta ekonomik anlamda büyük zorluklarla karşılaşacak, beslenme ve barınmayı sağlamak için bulaşık yıkamaktan yerel dergilere makaleler yazmaya kadar farklı alanlarda çalışacaktı.

Klein, karmaşık kimlik ve ekonomik durumuna rağmen Paris’te Fransız sanat ve entelektüel dünyasına girmeyi başaracak, ayrıca Paris’in en prestijli okullarından College De France’da araştırma görevlisi bile olmayı başaracak, üstüne üstlük, Sorbonne Üniversitesi’ne sıçrayacak ve orada 20. yüzyılın Fransa’daki sanat tarihinin en etkili düşünür ve akademisyenlerinden Andre Chastel doktora tezinin danışmanı olacaktı.

Zorlu yaşam koşulları ve daha sonra ABD’de intihar edecek bir Romen dul kadınla yaşadığı karmaşık ilişkiler, çalışmalarını bir düzene sokmaya engel teşkil edecekti. Bu dönem boyunca kayda geçirilmemiş ve ancak beş yıl önce Floransa’da şans eseri bulunan ve bugün itibariyle sanat tarihi bakışında devrim niteliğinde kabul edilen teorilerinin yazılı olduğu el yazısıyla yazılmış makaleler yazacaktı. Ana konusu, İtalyan Rönesans’ı sanatı ve özellikle o dönemdeki resim ile heykel arasındaki sanatsal ve estetik bağlamdaki rekabetin felsefi anlamda incelenmesi üzerine olacaktı.

Ama hayat onu daha fazla ileriye götüremeyecekti. Tam ekonomik olarak kendine yeter ve uluslararası sanat ve felsefe çevrelerinde tanınır hale gelmişken bir şeyler yanlış gider Robert’in zihninde. Floransa’dan prestijli bir enstitüden araştırma bursu alarak daha da tanınabilmek adına sanatın merkezi Floransa’ya taşınır. Her şey mükemmel giderken altı ay sonra, 1967’nin bir bahar ayında intihar eder. Neden hayatına son verdiğini kimse anlamaz. Tek ipucu o arkadaşına yazmış olduğu son notundaki ‘trenden inmek lazım’ sözleri olacaktı.

Paris’teki konferansa katılanlardan ve Klein’ı tanıyanlardan bir akademisyen, “Çok uzun süren yoksulluk içindeki dönemlerinden sonra ele geçirdiği göreceli rahatlık ve tanınırlıktan sonra insan neden intihar eder ki?” sorusuna cevabı kendisi verecekti: “Sanırım mutluluğun zorunluluğu fikri ağır geldi Robert’e…” 

Onunla intihar etmeden önce entelektüel bir sohbet yaptığını, Alain Renais’nin filmlerini tartıştıklarını söyleyen, ondan genç bir arkadaşı, konuşmasını söyle noktalayacaktı Paris’teki konferansta: “Beni perşembe akşamı yemeğe davet etti, ‘Mümkün değil, pazar olabilir mi?’ diye sordum. ‘Olamaz’ dedi ve pazar günü intihar etti…”

Robert Klein da, Primo Levi gibi kamplardan kurtulup çok daha sonra intihar edenler kulübüne girmiş olacaktı.

Geriye kalan tek bir soru var: Savaşta gördükleri kötülüğü barış zamanında başka formlarda görebilen insanlar oldukları için miydi bu post-Holokost intiharları?

Kötülük daim miydi insanın hayatında?

Bilen varsa parmak kaldırsın…

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün