Ulus Devlet Yasası’nın faydası ne?

“Ben bu yasaya el uzatmayacağım. Kurucusu olduğum partimden bunu beklemiyordum. Eşit insan haklarını desteklemeyen bir anlayış Likud Partisi’nin liberal milliyetçiliğine uymuyor. İnsan haklarını gözetlemeyen milliyetçilik bir gün şiddete dönüşür. Arkadaşlar, bunun farkında olunuz!”… Bu sözler, İsrail’in bugün hükümetin başında olan sağ eğilimli Likud Partisi’nin kurucusu ve İsrail sağının simge isimlerinden, eski başbakanlarından Menahem Begin’in Likud vekili olan oğlu Benny Begin’e ait.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
25 Temmuz 2018 Çarşamba

“Ben bu yasaya el uzatmayacağım. Kurucusu olduğum partimden bunu beklemiyordum. Eşit insan haklarını desteklemeyen bir anlayış Likud Partisi’nin liberal milliyetçiliğine uymuyor. İnsan haklarını gözetlemeyen milliyetçilik bir gün şiddete dönüşür. Arkadaşlar, bunun farkında olunuz!”…

Bu sözler, İsrail’in bugün hükümetin başında olan sağ eğilimli Likud Partisi’nin kurucusu ve İsrail sağının simge isimlerinden, eski başbakanlarından Menahem Begin’in Likud vekili olan oğlu Benny Begin’e ait.

Geçtiğimiz hafta İsrail parlamentosu Knesset’te oylanan ve 120 milletvekilin 62’sinin onayıyla hayata geçen ‘Yahudi Ulus Devleti Yasası’ oylamasında partisiyle ters düşüp çekimser oy veren Begin, uyarısını yaparak tarihe not düşmüş oluyordu belki de, eski bir başbakanın oğlu olarak.

Söz konusu yasayla alakalı olarak; milli irade dediğimiz çoğunluğun oyuyla parlamentodan geçmesine saygı duyulması gerektiği ile birlikte, barışı gözetleyen bir kurum veya birey olarak alınan kararın olası sonuçlarını kamuoyunda paylaşmayı, endişelerini iletmeyi ve hem İsrail’in hem de Ortadoğu’nun geleceği açısından naçizane uyarılarda bulunmayı insani bir görev olarak addetmek gerek.

Aslında ‘temel yasa’ denilen bu yeni yasaya neden ihtiyaç duyulduğunu anlamakta da güçlük çekilebilir. Yasanın birinci ve temel maddesi olan, İsrail’in Yahudiler için bir devlet olduğunun ve Yahudilerin kendi kaderlerini kendilerinin tayin edeceğinin altının çizilmesi İsrail’in kuruluşundaki ‘Bağımsızlık Bildirgesi’nde zaten var. Malumun ilanına gerek mi vardı?

Diğer maddelere baktığınızda da benzer yaklaşım görülmekte. Sadece biri çok önemli, iki maddenin varlığından bahsedilebilir.

Yerleşimler ile ilgili olarak, yasanın nihai durumundan önceki son taslakta açık açık ‘sadece Yahudilerin olduğu yerleşimler’ olarak geçen ibarelerin, biraz hafifletilerek genel anlamda ‘Yahudi yerleşimler’ olarak ifade edilmesi, dinsel ayırımcılık suçlamasına karşı yapılmış teknik bir dil değişikliği olarak algılandı.

Temel yasadaki somut tek değişiklik ise, İsrail’in kuruluşundan beri, 70 yıldır, İbranice’nin yanında ikinci resmi dil olarak kabul edilen Arapça’nın resmi olmaktan çıkarılıp , ‘özel statüye sahip’ bir dile indirgenmiş olması. Bu değişikliğin anlamını çözmek zor zira bununla günlük hayatta dil bağlamında büyük değişiklikler beklenilmeyecek. Lakin İsrail nüfusunun yüzde 21’ini teşkil eden 1.8 milyon Arap vatandaşında ötekileştirme hissiyatına neden olacağı kuvvetle muhtemel.

Filistinlilerle savaş halinde olan İsrail, devletin tüm olanaklarından faydalanan ve iyi kötü kendi halinde yaşayan bunca Arap vatandaşına mealen , ‘senin dilin artık resmi değil, ona göre’ demesi, popülist milliyetçilik bağlamında kimi İsraillilere hoş gelebilir ama bunun, bunca insanı ötekileştirme ve ayrıştırma tehlikesine sokma ve o toplumda huzursuzluk kaynağı yaratma potansiyeline sahip olduğu ileri sürülebilir.

Yasaya uluslararası Yahudi kuruluşlarından da beklenmedik tepkiler gelmesi meselenin bir başka ilginç boyutu olarak ortaya çıktı.

ABD’nin en büyük Yahudi kurumlarından olan Amerikan Yahudi Komitesi – AJC- yasanın iki maddesinin İsrail’in kurucularının, hem Yahudi hem demokratik bir ülke inşa etme taahhüdünü risk altına aldığını iddia ederken, Arapça diliyle ilgili düzenlemenin İsrail nüfusunun yüzde 21’ini teşkil eden Arapları olumsuz etkileyeceğini belirtti.

Bir başka önemli Amerikan Yahudi kuruluşu ADL ise, yasada olumlu maddelerin varlığıyla birlikte yeni Yahudi Ulus Devlet Yasası’nın, hükümetin uzun vadeli, çoğulcu kimlik taahhüdü ve demokratik doğası ile alakalı ciddi sorular yaratmıştır’ şeklinde açıklama yaptı.

Açıklamada,’’Şimdi, İsrail Devleti’nin yapması gereken, sözkonusu temel yasayı Arap vatandaşları başta olmak üzere, hiç bir azınlığa karşı ayırımcılık yapmak için bir araç olarak kullanmaması olacaktır’’denildi.

Avrupa’nın en büyük ikinci Yahudi nüfusuna sahip olan İngiltere’nin Yahudi Toplumu’nun Danışmanlar Kurulu sözcüsü ise, ‘’İsrail’in en güçlü özelliği demokrasisi ve çoğulculuğudur. Yahudi olmak harika bir duygu ama bu, diğerlerini aşağıya çekmeye neden olmamalıdır. Araplar ve diğer azınlıklar toplumun hazinesinin parçaları olarak kabul edilmelidir. Yahudi tarihinin en önemli dersi, toplumların,  azınlıkları kabul ettikleri zaman güçlü, onları ötekileştirdikleri zaman ise düşüşe geçmiş olmalarıdır’’ şeklinde yasaya eleştirisini dile getirdi…

Söz konusu yasa tasarısının, İsrail’in kuruluş bildirgesinde yer aldığı üzere,’’İsrail Devleti, toplumu oluşturanların din, ırk ve cinsiyetine bakılmaksızın tüm vatandaşlarına tam eşit sosyal ve siyasi haklar tanıyacaktır’ sözüne zarar vermemesini temenni etmek lazım. Yeni yasada bu ibarelerin olmadığını da not düşelim.

İsrail’in gittikçe milliyetçileşen, popülist ve aşırı muhafazakar yönetimlerinin ülkeyi, dünyada ve hatta kimi Diaspora unsurları arasında eleştirilen bir konuma getirmesi kısa vadede değilse bile uzun vadede İsrail’in lehine sonuçlar doğurmayacağı muhtemeldir. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun kimilerinin iddia ettiği üzere yeni bir seçim kazanmak için birileriyle ‘milliyetçilik’ yarışına girmesinin olumsuz sonuçlarını tarih yazacak belki ama onun pragmatizminin, isterse bunu önleyebileceğine de inanmak gerek.

Ayrıca Netanyahu’nun Trump’sız bir ABD dönemini de düşünmesinde fayda var.

Ama en sağlam uyarı, Netanyahu’nun parti arkadaşı Begin’e ait.

Ona kulak verseler, yeter de artar bile…