İşçisin sen işçi kal

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
3 Mayıs 2018 Perşembe

1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü. Bazı yıllarda kutlanan bazense kutlanamayan biraz buruk ve oldukça da heyecanlı geçen 1 Mayıs… İşçilerin, emekçilerin bayramı olarak tüm dünyada kabul edilen bu bayramın bizim topraklarda fabrikaların kurulmaya başladığı 19. yüzyıldan 1923’e kadar kadın, erkek emekçisiyle küçük bir dönemine göz atalım hep beraber.

Osmanlı’da 19. Yüzyıla kadar nüfusun büyük bir bölümü tarım işkolundaydı, sanayi ise neredeyse yok gibiydi. Dolayısıyla insanların ücret karşılığında para kazanmak yani ücretli işçilik gibi bir çalışma anlayışı henüz yerleşmemişti. Örneğin tarımda tamamen ücretsiz aile işçiliği yapılmaktaydı. 19. yüzyılın başlamasıyla birlikte Osmanlı Devleti ve özel sektör eliyle İstanbul, Selanik, İzmir, Bursa, Beyrut gibi Osmanlı’nın ticaret kentlerinde fabrikalar açılmaya başlandı ancak devamındaysa hem ilişkiler ve hem de sorunlar başladı.

1872 yılından başlayarak 1908 yılında II. Meşrutiyet’e kadar Osmanlı’da 91 grev yapıldı. Bu grevlerin 52’si, yani yüzde 57’si özel sektörde çalışan işçiler; 39’u, yani yüzde 43’ü ise kamu sektöründe devlete ait fabrika ve diğer üretim birimlerinde çalışan işçiler tarafından yapıldı. Ancak, II. Meşrutiyet yani 1908 öncesi eylemler ödenmeyen maaşlar yüzünden oluşan tepkiler nedeniyle kendiliğinden oluşmuştu. Bu dönemde gerçekleşen işçi hareketleri hem sınıf bilinciyle gerçekleşmiyor hem de sendikal nitelik taşımıyordu.

II. Meşrutiyet’in ilanını izleyen 1908 Temmuz-Aralık ayları arasındaki beş aylık kısa döneme bakıldığında 143 grev yapılmıştır. Bu rakam bize bu kısacık dönemin oldukça çalkantılı ve grevlerin sayısının çokluğu bakımından oldukça hareketli bir dönem olduğunu göstermekte.

Her zaman erkeklerin tarihini anlatan tarih yazıcılığı özellikle savaş yıllarında kadınları fark etmeye başlar. Osmanlı’da kadınlar özellikle Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşı’ndan sonra kaybedilen erkek nüfus nedeniyle işgücü olarak emek hayatına katıldı. Cephe gerisinde erkeklerle aynı işleri yapan kadınlar haksızlıklara uğradıklarındaysa karşı çıkmaktan geri durmadı. Meşrutiyet sonrasında yaşanan ve kadın emeğinin yoğun olduğu işkollarında gerçekleşen grevlerde, kadınlar ön saflarda yer alıyordu. Erkek işçilerin yarı ücretine çalışan kadın işçiler yazın 15, kışın 10 saat mesai yapıyor, akşam yemeği için sadece 35 dakikalık mola verebiliyorlardı. Ağır çalışma koşulları ve düşük ücret, kadınları başkaldırıya itiyor, kadınlar haklarını genişletebilmek için eylemler yapıyor, greve çıkıyordu.

Erkek işçilerin yoğun olduğu grevlere de ‘eş ve anne’ olarak destek veren kadınların, örneğin 1873 Tersane grevinde “ellerinde sopalarla grev kırıcılara saldırdığı” dönemin gazetelerinde yer alan bir haberdi.

1876 Feshane grevi ise, dokuma işkolunda çalışan kadınların öncülük ettiği bir direnişti. 50 kadın işçi, Babıali’ye yürüyerek sadrazamdan ödenmeyen ücretlerini talep ettiler. Onlar grevin örgütleyicisi ve yürütücüsü oldular. 1872- 1907’de Osmanlı’da örgütlenen 50 grevin dokuzu kadınların çalıştığı işkollarında yapılmıştı. 27 Ocak 1873 tarihinde, tersane işçisi kadınlar, bu­rada çalışan babalarına ve eşlerine destek vermek ama­cıyla, onlarla birlikte dayanışma grevine çıktı. Tramvay grevinde eşlerine destek veren kadınlar ise, tramvay seferlerine engel olmak için ölümü göze alıp rayların üzerlerine yattı. 1900’lü yılların başlarında günde 16 saat çalışıp 40 para veya 2 kuruş alan bir kadın işçi, günlük ücretiyle fiyatı 5 kuruş olan bir ekmek bile ala­mıyordu.

Grev ve direnişler açısından hareketli geçen 1908 yılında, İstanbul, İzmir, Adana, Selanik, İskeçe, Vidin, Kavala, Drama, Üsküp ve Varna gibi merkezlerde örgütlenen 100’ü aşkın grevden 40’ı kadın emeğinin ağırlıklı olduğu işkollarında yaşandı. Tütün, dokuma, halı fabrikalarında çalışan kadınlar grev komitelerinde aktif olarak yer aldılar. Çalışma saatinin yazın 9, kışın 8 saate indirilmesi, ücretlerin artırılması, işyerlerinde içme suyu ve havalandırma tesisatı bulundurulmasını talep ediyorlardı.

Aynı yıl Sivas’ta, 16 saatlik mesai sonunda alınan günlük ücretin bir ekmek almaya dahi yetmemesine başkaldıran kadınlar, Sivas Belediyesi’ne doğru yürüyüşe geçip belediye başkanının evini taşladı ve buğday depolarına el koydu. 1910’da Bursa’da ve Bilecik’te dokuma işkolundaki grevlere de binlerce kadın işçi katıldı. Ertesi yıl da, yarısından fazlası kadın olan Cibali Tütün Fabrikası işçileri, sendikalaşma hakkı ve ücretlerin yükseltilmesi için direnişe çıktı. Şunu da söylemeden geçemeyiz ki kadınların hakları, hiçbir zaman üretim ve yaşamın içinde daha fazla yer almaları ile ‘uyumlu’ bir biçimde gelişmedi.

Ancak zorluklara ve hayal kırıklıklarına rağmen yine ve yeniden kutladığımız bu 1 Mayıs’ların ülkemizin tüm kadınları ve tüm erkekleri için çağdaş, yaşanır ve tüm kesimlerin kazançlı çıktıkları güzel günlere ulaşmasını diliyorum.