Natalie Portman’ın hatası ve ‘vatan hainliği’

İsrail geçtiğimiz günlerde onca meselesinin arasında Kudüs doğumlu ABD’li ünlü oyuncu Natalie Portman’ı konuştu.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
25 Nisan 2018 Çarşamba

İsrail geçtiğimiz günlerde onca meselesinin arasında Kudüs doğumlu ABD’li ünlü oyuncu Natalie Portman’ı konuştu.

Portman’ın İsrail’in en prestijli ödülünü reddetmesinin üzerinden kimileri onu ‘kahraman’, kimileri de ‘vatan haini’ yaptı. Yahudi dünyasının siyasi meselelerde -özellikle ABD’li liberal genç kuşak Yahudilerin Netanyahu hükümetine karşı eleştirilerinin ağırlıkta olduğu bir zamanda- karpuz gibi ikiye ayrıldığının en büyük göstergesi olarak tarihe not düşülmüş oldu.

İsrail’in Genesis Ödülü her sene, ‘Yahudi değerleri ile Yahudi halkına bağlılığı ile birlikte üstün profesyonel başarıları sayesinde geleceğin Yahudi kuşaklarına ilham verecek’ kişilere veriliyor.

2 milyon dolarlık ödül bu sene Portman’a verilmek üzere açıklanıp kendisi ödül törenine gelmesi için davet alınca, ünlü oyuncu, aynı törende Netanyahu da konuşma yapacağından, orada bulunmasının kendisini onayladığı anlamına geleceği iddiası ile ödül töreni için İsrail’e gitmeyeceğini söyledi ve ardından yer yerinden oynadı.

Portman’ın bu kararının, anadan doğma ile Roger Waters gibi sonradan olma İsrail karşıtlarının başlattığı boykot hareketine destek verme anlamına geleceğini öne sürenler Natalie’yi yerden yere vurdu. Kimileri de çok daha ileriye giderek kendisinin ‘vatan haini’ olduğunu bile söyledi.

Portman daha sonra bir açıklama yaparak, “Boykot hareketine katılmam mümkün değil, o hareketi desteklemiyorum. Tüm Yahudiler gibi boykot etmeden İsrail yönetimini eleştirebilirim. Ben sadece Netanyahu ile beraber görünmemek için gelmeme kararı aldım. Ayrıca ben İsrail milletine, kültürüne, yemeğine ve dansına çok önem veriyorum” dedi.

Gerçekçi olmak gerekirse, Portman’ın hata yaptığını söylemek pek mümkün. Evet, tüm demokrasiye ve ifade özgürlüğüne inananlar gibi bir devletin, hükümetin yönetimini, icraatlarını eleştirmek herkesin hakkı. Lakin Portman, bu derece prestijli ödülü almaya gidip, konuşmasında eleştirilerini ortaya koysaydı en doğrusunu yapmış olacak, son yıllarda ortaya çıkan farklı fikirlere tahammülsüzlük ikliminde bile demokrasi geleneği güçlü olan İsrail’de bu kadar eleştirilemeyecekti. Bu davranışı ile, tarihi gerçeklerden kaçıp, neden sonuç ilişkilerine bakmadan İsrail’i karalamaya çalışan boykot hareketine destek verenlere yapay bir koz vermiş oldu, yaptığı düzeltme açıklamasına rağmen.

Portman’ın, kimi İsrail hükümet yetkilileri tarafından ‘vatan hainliği’ ile suçlanması ise günümüz modası olan popülizmin jargonuna uygun ve eleştiriye tamamen kapalı, demokratik değerlerin anlamını özümseyememiş, ifade özgürlüğüne inanmayan iklimin maalesef İsrail’de de zemin bulduğunu gösterir nitelikteydi. Eğer her muktedirin icraatlarının eleştirisine ‘vatan hainliği’ damgası vurulacaksa, ‘vah’ demek lazım demokrasiye.

Mossad’ın altı eski başkanının geçtiğimiz günlerde İsrail – Filistin meselesine atfen yaptıkları açıklamalar yanında Portman’ın söylediklerini vatan hainliğe ile suçlamak gerçekten anlamsız geliyordu.1989 - 1996 arasında Mossad Başkanı olan Shabtai Shavit, çatışma iklimine atfen, “Burada neden yaşıyoruz? Torunlarımızın sürekli savaşması için mi? Toprağın insan hayatından daha önemli olduğu bu delilik nedir?” derken bir başka eski başkan olan Danny Yatom ise, “Bu ülke bu gidişle ya apartheid ülkesi olacak ya da Yahudi olmayan bir ülkeye dönüşecek. Ben bunun için savaşmadım geçmişte” diyecekti.

Bunlar, özellikle sonuncusu gerçekten çok sert ve kabul edilmesi tartışma götürür sözler ama İsrail demokrasisi bunları kaldıracak kadar ileri düzeyde. Bu bağlamda, Portman’ın yanlışını vatan hainliği ile özdeşleştirmek İsrail demokratik geleneklerine hiç yakışmıyor. Portman bu davranışından dolayı eleştirilsin tabii ama ‘vatan hainliği’ suçlaması çok yanlış.

İşin bir başka ilginç tarafı da, İsrail’deki kimi sol görüşlü çevreler de, eleştirilerini hafif buldukları için Portman’ı eleştirmiş olmaları. El insaf! Başka ne demesini bekliyorlardı ki?

Anlaşılan bugünün dünyası, siyasi kutupların seslerini yüksek perdeden ilettikleri bir savaş muhabere alanına dönüşmüş durumda.

Karşıt görüşe tahammülsüzlük, karşıt sesi her türlü makyavelist dürtüyle yok etme gayreti artık olağandan sayılıyor.

Biz böylesi bir dünya özlemi içinde olmadık hiç bir zaman. Hakikati arama yolunda, daha fazla özgürlük, daha fazla ifade özgürlüğü, daha çok demokrasi dedikçe batmaya başladığımızı görmek acı verici olsa gerek...

Yahudiler birinci oldu

Hırant Dink Vakfı’nın düzenli olarak yaptırdığı, ‘Medyada Nefret Söylemi ve Ayırımcı Söylem Çalışması’nın 2017 yılının tümü ile ilgili raporuna göre Türkiye’deki ulusal ve yerel gazetelerde en çok nefret söylemine maruz kalan grubun Yahudiler olduğu ortaya çıkmış. (Bu raporda görsel medya ile sosyal medya yok. Buralarda da ciddi nefret söylemlerinin mevcut olduğunu gayet iyi biliyoruz.)

Bu sonuca pek şaşırdığımızı söylemek mümkün değil. Zira yazılı medyadaki antisemitizmin her geçen gün daha da sertleştiği malumumuz. ‘Sorun Siyonizm’de filan değil, Yahudilik’te’ gibi hoş görülmesi mümkün olmayan ve adli soruşturmaya ihtiyacı olan söylemlerin olağandan sayıldığı bir dönemden geçiyoruz maalesef.

Sesimizi duyan var mı?