İnançlı Ateistler -2 Sigmund (Schlomo) Freud

Moris FRANSEZ Köşe Yazısı
14 Şubat 2018 Çarşamba

Geçen yazımın kahramanı, Marx, toplumun ‘iç yasalarını’ keşfederek, ‘daha insanca’ bir toplum tasarlamayı amaçlıyordu.

Freud’un amacı ise, bireyin düşüncelerini belirleyen yasaları ortaya çıkarmak, daha özgür, daha ‘halinden memnun’ bir yaşam sürmesini sağlamaktı.

Tasarladığı kişisel özgürleşme projesinin temelinde -kendisi bunu kabul etmese de- iki tane Spinozacı inanç  (veya hipotez) yatıyordu.

Birinci Hipotez: Zihinsel belirlenimin varlığı

Spinoza’ya göre, ne düşüneceğimize biz karar vermiyorduk. Genetik yapımız, yaşadıklarımızın etkisiyle çeşitli hallere giriyor, düşünce ve duygularımız, öyle oluşuyordu. Bir zincirin halkaları gibi, düşünceler birbirini takip ediyor, yenilerinin çıkmasına neden oluyorlardı1.

Freud’un bu hipotezden çıkarımı -muhtemelen- şu olmuştu: Birbirini takip eden ama ilintisiz gibi görünen iki düşünce arasında, bilincimize ulaşmayan gizli bir bağ olmalıydı.

İkinci Hipotez: Duygu ve düşüncelerimizin kaynağının beden olduğu

Spinoza’ya göre, ne bedensiz bir zihin vardı, ne de zihinsiz bir beden… Bedende olup biten her şey zihne, zihindekiler de bedene yansıyordu. Tüm zihinsel olayların fizyolojik (ya da biyolojik) bir karşılığı vardı2.

Freud, Spinoza’nın bu önermesinden aldığı esinle, ‘günün birinde’ tüm zihinsel olayların beyin (… yoluyla beden) fizyolojisine bağlanarak açıklanacağına inanıyordu.

***

Bu iki hipoteze göre, zihnimizde iki tür bilinçsizlik vardı:

 Nedenlerini bilmediğimiz düşüncelerimiz olduğuna göre, bir psikolojik bilinçsizlik;

 Bir de, duygu ve düşüncelerimizi bedenle ilişkilendirmediğimize göre, biyolojik bilinçsizlik.

***

‘Özgürlük’ ya da bilinçsiz olanın bilinçli hale gelmesi

Spinoza gibi, Freud’a göre de, insanın özgürlüğü, bilincine ulaşmayan yaşantısının bilinçli hale gelmesine bağlıydı.

Tabii ki, bir filozof olan Spinoza ile bir hekim olan Freud’un ulaşmak istediği özgürlüğün ‘dozu’ da, yöntemi de farklıydı. Freud’un amaçları çok daha alçakgönüllüydü.

Spinoza, okuyucusuna üstün (ermiş) bir insan olmanın yolunu gösteriyordu; Freud ise, hastasının normal bir insan olmasıyla yetiniyordu. Spinoza’nın aradığı selamet, yani bir tür ‘Nirvana’ iken, Freud’unki sadece tedaviydi.

Freud da, çağdaşları gibi, insanın [dinlerde] hayali bir telafi arayacağına, doğa karşısındaki zayıflığını dinginlikle kabul etmesini sağlayacak bir yöntem arıyordu. Ama arayışı, ne kuvvetli bir heyecan içeriyordu, ne ‘coşku’, ne ‘hiçliğe meydan okuma’, ne de başka bir safsata… İnsan için aklın dışında bir selamet olmayışından, Nietzsche, Camus ve Sartre gibi, büyük bir dram üretmiyordu.

Vadettiği özgürlük, yukarıda sözünü ettiğim iki tür bilinçsizliğin açığa çıkmasıyla olacaktı. Freud’a göre:

 İnsanın ‘benliğinde’ birkaç tane ‘ben’ var gibiydi. Bilinçli olduğu ‘benlik’ (ego), bir tür ‘üstün benlik’ (süper ego) tarafından denetlenmekte, bazı düşünceler bastırılarak, bilinçsiz hale gelmekteydi.

 Fakat bilincimin dışında kalan, sadece bastırılmış düşünceler değildi. Benliğimin derinliklerinde, bir de, hiçbir zaman bilincime ulaşmayan, irrasyonel, yaşayan (biyolojik) ‘bir şey’ (id) daha vardı.

Freud, ‘ego’, ‘süper ego’, hatta kaotik görünen ‘id’in dahi, akla uygun bir düzene tabi olduğuna inanıyor, bunları fethetmenin bir yolunu arıyordu.

Freud’un ‘inançları’… Ve yanılgıları

Nasıl ki Freud -kendi sözleriyle- “Spinoza’nın yarattığı entelektüel iklimde” yetişmişse, bizler de, Freud’un yarattığı iklimlerde yetiştik… Freud’un düşünceleri, edebiyat, sinema ve diğer sanatlar yoluyla, popüler kültürümüz haline geldi… İnançları inançlarımız, yanılgıları da yanılgılarımız oldu.

Hiç akla vurma zahmetine katlanmadan:

Psikologlarımız dahil hepimiz, insan ruhunun ‘id’, ‘ego’, ‘süper ego’ gibi kompartımanları olduğunu tekrarlayıp durduk.

Sonu gelmez psikanaliz seanslarının bizi esenliğe götüreceğine inanmayı çok sevdik.

Bilinçsiz olanın bilinçli hale gelmesinin bizi tüm saplantılarımızdan özgür kılacağı fikrine yürekten bağlandık.

Bugün artık, Freud’un psikanalizinin bilimselliği de, zihinsel sorunların tedavisindeki etkililiği de, tartışmalı… Uygulama ‘modası’ da gerileme gösteriyor…

Freud, zihinsel yaşantımızın bir ‘düzene tabi’ ve sıkı sıkıya ‘bedene bağlı’ olduğuna inanmayı, uzun yaşamı boyunca sürdürdü. Bu ‘inançlarının’ realiteyle örtüşüp örtüşmediğini, ondan çok daha büyük imkânlarla çalışan yeni ‘nörobilimler’ söyleyecek… Belki… Şansları yaver giderse…