IKBY Bağımsızlık Referandumu: Tehdit mi yoksa fırsat mı?

Selin NASİ Köşe Yazısı
20 Eylül 2017 Çarşamba

 

Aslında bağımsızlık referandumu kararına dek Türkiye ile IKBY arasındaki ilişkiler pragmatik bir çizgide ilerliyordu. Türk - Amerikan ilişkilerine bir hayli gölge düşüren 90'ların Çekiç Güç dönemine kıyasla, 2003 Irak işgali ertesinde Türkiye’nin sahanın değişen koşullarına ayak uydurduğunu söylemek mümkün. Ankara, özellikle 2007’den itibaren gerek PKK'ya karşı denge unsuru olması açısından gerekse İran'ın  bölgede artan etkinliğine karşı IKBY ile yakın ilişkiler kurma yoluna gitti.

Bu zaman zarfında, Ankara-Erbil ilişkilerinin yer yer Bağdat merkezi yönetimi ve ABD'nin itirazlarına rağmen geliştiğinin de altını çizmek gerek.

2014'ten bu yana IKBY, Bağdat'ı aradan çıkartarak, petrolünü doğrudan Türkiye üzerinden dünya pazarlarına ulaştırıyor. Yine Kuzey Irak'ın doğalgazını Türkiye üzerinden Avrupa pazarlarına ulaştıracak projelerde Türk yatırımcıların imzaları var.  Savaşın tüm olumsuz koşullarına rağmen, Irak bugün Türkiye'nin 3. en çok ihracat yaptığı ülke ve bu ihracatın büyük bir kısmı Kuzey Irak'a yapılıyor.

İlişkilerin askeri boyutuna gelirsek, 2014'ten bu yana IŞİD'e karşı mücadeleye destek amacıyla Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Musul'a 25 kilometre uzaklıktaki Başika Kampında Peşmerge'yi eğittiği biliniyor, üstelik yine Bağdat'ın itirazlarına rağmen.

Çok geriye gitmeye gerek yok; daha 16 Nisan öncesinde Mesut Barzani'nin lideri olduğu Kürdistan Demokratik Partisi'nin KDP Türkiye kolunun başkanlık referandumunda “Evet” oyu için kampanya yaptığını da hatırlatalım.

Bugün bağımsızlık fikri hoş karşılanmasa da, Barzani'nin 2015'ten bu yana Türkiye'ye yaptığı resmi ziyaretlerde Irak bayrağı yanı sıra IKBY bayrağının kullanılması Türkiye'nin bu sürece sıcak baktığı şeklinde yorumlara yol açmıştı.

Peki, bugün manşetlere taşınan Ankara'nın siyasi tonundaki değişimi nasıl açıklayabiliriz?

Ankara IKBY'i varoluşsal bir tehdit olarak görmese bile bağımsızlık referandumunu güvenlik perspektifinden değerlendiriyor. Kuzey Irak'ta bağımsız bir Kürt devletinin bölgede yaratacağı tektonik dalgalanmanın büyük Kürdistan idealine hizmet etmesinden endişe ediliyor. Bu bağlamda Türkiye’nin öncelikli hedefi, sınırlarında ulusal güvenliğine tehdit oluşturacak, Akdeniz'e dek uzanan bir Kürt koridorunu önlemek.

Murat Yetkin'in Pazartesi günü Hürriyet’teki yazısında ele aldığı IKBY referandumuyla eşzamanlı olarak Suriye'de PKK’nın kolu olarak kabul edilen PYD’nin ‘Özerk Kürdistan Bölgesi’ ilan etme hazırlığında olduğu iddiasıyla beraber düşünüldüğünde Ankara'nın Milli Güvenlik Kurulu toplantısını neden erkene çektiği anlam kazanıyor.

Diğer yandan sınırdaki hareketliliğe bakılırsa, Astana görüşmelerinde varılan uzlaşma kapsamında Türkiye'nin İdlib'e düzenlemesi beklenen sınır ötesi operasyonun da eli kulağında.

Tüm bu belirsizlikler sürerken, Barzani referandum kararından dönmediği takdirde, gelişmelerin Türkiye'yi Suriye ve Irak'ın toprak bütünlüğünden yana tutum sergileyen İran'a daha çok yaklaştırmasını bekleyebiliriz.

Her ne kadar IKBY referandumuna destek veren tek ülke İsrail gibi görülse de geçtiğimiz Pazar günü Suudi Arabistan'ın Körfez İşleri Bakanı Tamir el Sabhan’ın Barzani ile görüşerek ülkesinin referanduma desteğini ilettiği de gözden kaçmamalı.

İsrail açısından bölgede Arap olmayan, Müslüman ancak laik nitelikli bir devletin varlığı gerek radikal terör örgütlerine gerekse İran’a karşı tampon oluşturması açısından çıkarlarına uygun düşüyor.

Suudi Arabistan ise bir süredir Irak’ın üzerindeki İran etkinliğinin kırılması için Barzani ile temaslarda bulunuyordu.

İran karşıtlığı bir taraftan Körfez ülkeleri ile İsrail’i birleştirmeye devam ediyor.

Geçtiğimiz hafta Mısır arabuluculuğunda Gazze’deki Hamas yönetiminin idari komiteyi feshederek Filistin’de uzlaşı hükümetinin kurulmasının önünü açan kararı da yine bölgede Suudi güdümlü Körfez ekseninin güç kazanması perspektifinden değerlendirilmeli.

Bu açıdan bakınca Ortadoğu'daki tüm sorunlar gibi IKBY referandumu çevresinde gelişen tartışmaların da çok katmanlı ve çok boyutlu bir güç mücadelesinin yansıması olduğu anlaşılıyor.

Ve gelişmeler tehlikeli bir dönemece doğru ilerlediğimize işaret ediyor.

Türkiye'nin uzun vadede Kürt kartı üzerinden oldu-bitti’lere karşı kendini güvenceye almasının yolu kendi içindeki Kürt sorununu çözmekten geçiyor. Ancak bugünkü konjonktür tarafların uzlaşma yönünde irade göstermelerine müsait değil.

Hiç kuşkusuz, Ankara’nın IKBY referandum kararına yönelik tutumunun sertleşmesinde 2019 başkanlık seçimi ve milliyetçi seçmenlerin desteğine ihtiyaç duyulmasının daha payı var.

Halihazırda Habur sınır kapısında yapılan askeri tatbikat ile Kuzey Irak’a göz dağı veriliyor. Oysa Türkiye’nin askeri operasyona varıncaya dek tüketebileceği başka seçenekleri de mevcut, Habur sınır kapısının kapatılması veya Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattının devre dışı bırakılması gibi... Kaldı ki, bugüne dek Ankara-Erbil arasında geliştirilen ilişkilerin kazan-kazan niteliği göz önüne alındığında, güvenlik perspektifine sıkışmak yerine IKYB referandumuna Türkiye’nin etki alanını genişletecek bir gelişme olarak bakmak ve bunu fırsata dönüştürmek de bir diğer seçenek.