Prometheus’un mirası

Kendimizi unuttuk. Şu hayat dedikleri tiyatrodan beklentilerimizi, özlemlerimizi, ıskaladıklarımızı, yanlışlarımızı bile unuttuk. Nostaljilerimizi bile çok gördü bize bu piyes bugünlerde.

İvo MOLİNAS Köşe Yazısı
7 Aralık 2016 Çarşamba

Kendimizi unuttuk. Şu hayat dedikleri tiyatrodan beklentilerimizi, özlemlerimizi, ıskaladıklarımızı, yanlışlarımızı bile unuttuk. Nostaljilerimizi bile çok gördü bize bu piyes bugünlerde.

Daha iyi bir gelecek arayışışında kafamızın içinde yıkılmaz duvarlar gibi sıralanan endişelerimizi bile unuttuk. Birey olmaktan çıkıp dünyanın kötü gidişine odaklanıp karalar bağlamak zorunda kaldık. Bütün olan bitenlerin kontrolümüzün dışında olmasına, oralara dokunmamız ile hiç bir şeyin değişmeyeceğini bilmemize rağmen derdimiz oldu dünyanın trajedisi, kendimizinkiler yetmezmiş gibi. Kendi başarısızlıklarımızla bile yüzleşme fırsatını kaçırmaya mecbur etti bu hayat bizi. Koca dünyanın derdi, bizim de derdimiz oldu çünkü.

Hayat dediğimiz gerçekliğin, kolektif yaşanmışlıkların toplamı olduğunu idrak ettik. Birey yoktu, belki de bir hiçti bu ormanda.

Biz mi sorumluyduk bu akıl almaz genel dertlerden? Biz mi kabahatliydik bu pespaye hatalarda?

Kimileri hiç bir şey olmamışçasına hayatına yanılsamalar diyarından devam ederken, bir başkaları kötülüğe ruhlarını satarak mutluluk denizinde yüzdüğünü düşlerken, bir avuç bizler Prometheus gibi dert edindik insanlığı. Oysaki hep bu son darbeyi vuracak soruyu, aklımızda tekrara almamız gerekiyordu: Bize mi kalacaktı bu dünya?...

***

Şu karanlık iklimde yegâne yatıştırıcının mezarlıklar olduğunu her geçen gün daha iyi anlıyorum. Bu ölümlü tiyatro oyununda tek geri dönülemez ve mutlak gerçeğin ölüm olduğunu kavrarken, bu dünyadan göç etmiş bir insanın son yolculuğunu mumya gibi izlediğim zaman gerçekten de kendime geliyorum. Mezarlıklardaki o yolculuk törenindeki etrafımdaki ağlayan, konuşan, susan, insanları gözetleyen bilinçli bilinçsiz ben dahil herkesin, istisnasız -evet istisnasız- er veya geç aynı son yolculuğa iştirak edeceği gerçeğini yeniden idrak ettiğim zaman ruhumu rahatlamış, sakinleşmiş bir hüzün duygusu ele geçiriyor. Hepimizin geldiğimiz yere geri döneceğimiz gerçeğini unutmamak için bu son yolculuklara eşlik etmenin önemini kavrıyorum.

Tabutun bir metre çukura itinayla bırakıldığı ve ilk toprağın üzerine atıldığı an, son’un ne olduğunu anlayıp sondan önce yaşadıklarınızın muhasebesini yapmaya bile ihtiyacın kalmadığını düşünüyorum. Sadece ‘iyi’ bir ‘insan oldum mu’yu düşünüyorum belki de ama o kadar işte. Gerisi teferruat bile sayılmayacak bu koca evrende.

Çukur tam olarak doldurulup üzerine çelenkler bırakıldığında ise gökyüzüne bakıp aslında ne kadar da yalnız ve önemsiz olduğumu, kişisel ve de dünyevi meseleleri dert etmenin anlamsızlığını yakalıyorum. İşte o an, varolamanın dayanılmaz ağırlığı diyalektik döngü sonucu, dayanılır hafifliğine dönüşüyor. Ve işte yine o an, ruhumu tuhaf bir bilinçsiz sevinç kaplıyor. Hayatın boşluğu ve ölümün mutlaklığı omuzlarımdaki ölümcül ağırlığı sıfırlıyor adeta.

Velhasıl, mezarlıklar ruhu iyileştirici bir mekân. Lakin her ilaç gibi etkisi bir müddet sonra sona eriyor. Sükûnet içinde izlediğiniz ve ‘her şeyin boş olduğuna’ karar verdiğiniz o çok özel iyileştirici an nihayete erdikten sonra hayat size tüm gücüyle yeniden hatırlatıyor tiyatroda olanları. Ve yine karamsarlığa düşüp kendinizi bile unutup dünyayı kurtarmanın gereksiz kuruntusuna kapılıyorsunuz.

***

Antik Yunanistan’da, insanlar açlıktan ve vebadan kırılırken Olimpos’un tepesinde yanan ateş sadece Tanrılar için saklanırdı. Kendisi de Tanrı olan Prometheus buna son verir ve ateşi alıp tepeden aşağıya indirerek halka verir. En büyük Tanrı Zeus ise bu alışık olmadık davranıştan dolayı Prometheus’a büyük ceza verir. Prometheus bir kayaya zincirlenir ve ölümsüz olduğu için her gün yenilenen karaciğerinin bir karga tarafından sürekli yenmesine mahkûm edilir. İşkence sonsuza değin devam edecektir.

Zeus öfkelenmesinde haklıydı! Zira ateş; uygarlık, bilim ve yaratıcılığın kendisiydi ve bu ilk kez halka verilmişti. Oysaki ateş sadece Tanrıların ayrıcalığı olmalıydı. Halkı düşünmek Prometheus’a mı kalmıştı?

Hayatın saçma’sından muzdarip ünlü bir düşünür, “Ateşi yeniden bulmak, tezgâhları yeniden kurmak zorundayız” demişti, geçtiğimiz yüzyıl.

Prometheus’un mirasının devamının insanlık borcu olduğunu söylemeye getirmişti.

Benim cesaretim yok artık ateşi aramaya.

Mezarlıklar en güzel soruyu sordurtuyordu zira:

Bu dünya sana mı kalacaktı ey yalnız insan?