Anıtkabir’de bir el

Sunay AKIN Köşe Yazısı
16 Kasım 2016 Çarşamba

Albert ve Albrecht ressam olmak isteyen iki kardeştir. İşçi olan babaları kendileri dışında on altı kardeşe daha bakmak zorundadır. Şehirdeki sanat akademisinde okumanın bir tek yolu vardır: İki kardeşten biri maden ocaklarında çalışacak ve gönderdiği parayla öteki resim eğitimi alacaktır.

Kimin sanat okuluna, kimin maden ocağına gideceğine aralarında yazı tura atarak kararlaştırmayı uygun görürler. Kazanan okulu bitirdikten sonra geri gelecek ve maden işçisi olan kardeşini resim satarak, gerekirse onun gibi madende çalışarak okutacaktır. Oyunun kuralı budur.

Şans Albrecht’e güler ve Nürnberg’teki sanat okulunun yolunu tutar. Albert ise kardeşine para göndermek için maden ocağının karanlığına gömülür.

Kardeşinin alın teriyle kazandığı paralarla eğitimini tamamlayan Albrecht, dört yıl sonra geri döner köyüne ve bir akşam yemeğinde Albert ile aralarında geçen yazı tura oyununu ailenin önünde anlatarak seslenir: “Benim fedakâr kardeşim, şimdi sıra senin. Nürnberg’e gidip hayallerini gerçekleştirebilirsin. Masraflarını ben karşılayacağım.”

Yaşlı anne ve babanın ve de masadaki tüm kardeşlerin gözü Albert’e çevrilir. Gözlerinden yaşlar süzülen Albert ellerini kardeşine uzatarak: “Hayır kardeşim. Nürnberg’e gidemem. Benim için çok geç artık. Dört yıllık maden işçiliği ellerime neler yapmadı ki! Her parmağım en az bir kere ezilip kırıldı. Son zamanlarda sağ elimde dayanılmaz romatizma ağrıları da başladı. Bir bardağı bile tutarken zorlanıyorum. Nasıl olur da karakalem, yağlı boya çalışabilirim? Parmaklarım fırça tutabilecek inceliği çoktan kaybetti. Hayır kardeşim, benim için artık çok geç…”der.

Ünlü ressam Albrecht Dürer’in  ‘eller’ tablosunun öyküsü böyledir. O eller, ressamın kardeşi Albert’indir. Dürer, ressam olması için kardeşinin maden ocaklarında ezilen, kırılan parmaklarını tüm ayrıntılarıyla resmeder. Albrecht Dürer’in o akşam yemeğinden sonra yaptığı karakalem çalışması tüm eserleri arasından en çok bilinen ve sevileni olur.

Eller, denilince bizde akıllara gelen ilk ressam elbette Abidin Dino’dur. Sanatçının Fransızca yazdığı ‘Eller’ (Les Mains) adlı kitabında resimlerini yaptığı el hakkındaki düşünceleri şöyledir:“Bir el! Beş parmak, her parmakta üç bağlam, salt başparmakta iki büküm var. Boyunun kısalığına bakmadan başparmak kalın ve güçlü. Hem çengel, hem kral… Bana göre avuçta hayat, yürek, kader çizgisi adı ile anılan esas ve yan çizgiler, uzay dürbünleri ile en yitik yıldızlarda görülen kanallar kadar anlaşılması zor işaretler. Mars, Ay, Venüs denen yıldız isimli tümsekleriyle, yatay ya da dikey ırmak yollarıyla –ki bunlar yer yer birincil ve ikincil kanallarla kesişip çeşitli boyda yıldızları oluştururlar- insanların avuçları, uzaysal görüntülerle örtülüdür. Sanki gizli bir iç ateş ürünü olan bu ince yarıklar, yeryüzü değil, gökyüzü bilginlerini ilgilendirmeliydi daha çok.”

Avuçlarımızdaki çizgileri falcıların değil, gökbilimcilerin yorumlamasını savunan Abidin Dino’nun, Anadolu denilen avucun ortasında kurulan Ankara’da hiç bilinmeyen bir el izi vardır. Bu izi görmek için Ankara’da yıldızların gözlendiği Rasattepe’ye gidiyoruz.

Bu tepeye ilk dikkat çeken Trabzon Milletvekili Mithat Aydın’dır. Atatürk için yapılacak Anıtkabir’e yer arayan heyet olumlu bulur, Aydın’ın önerisini. Rasattepe’nin hilal şeklinde kurulan Ankara’da bayraktaki yıldız konumunda olması Anıtkabir’in buraya yapılmasındaki en önemli etkendir. Süreyya Örge Evren söz konusu benzerliği ‘Anıtkabir Rehberi’ adlı kitapta şöyle dile getirir: “Rasattepe, bugünkü ve yarınki Ankara’nın genel görünüşüne göre, bir ucu Dikmen’de, öteki ucu Etlik’te olan bir hilalin tam ortasında, bir yıldız gibidir. Ankara hilalin gövdesidir. Anıtkabir’in burada yapılması kabul edilirse şöyle bir durum ortaya çıkacaktır: Türkiye’nin başkenti olan Ankara şehri, kollarını açmış Atatürk’ü kucaklamış olacaktır. Atatürk’ü böylece bayrağımızdaki hilalin yıldızının ortasına yatırmış olacağız. Atatürk bayrağımızla sembolik olarak birleşmiş olacaktır.”

Anıtkabir’in yapımında yabancı mimarların olup olmaması sanatçılar arasında büyük bir tartışma yaratır. Yabancı uzmanlara karşı olan sanatçılardan Abidin Dino’ya hangi Türk sanatçıları önerebileceği sorulduğunda “İbrahim Çallı” yanıtı alınır. Necip Fazıl Kısakürek ise “’artistik idrak olarak muvaffık’ gördüğü Zühtü Müridoğlu ve Hadi Bara’nın yanında bir sanatçıyı daha Anıtkabir’in yapımına uygun görür: ‘Abidin Dino’.

Ankara’da aradığımız Abidin Dino’nun bilinmeyen el izi Anıtkabir’dedir! Ressam, Atatürk’ün kabri için büyük bir Hitit aslanı şeklinde bir yapı önerir. Tunç Boran, ‘Anıtkabir’in İnşası’ kitabında, Abidin Dino’nun Hitit Aslanı şeklinde çizdiği Anıtkabir resminin, konunun gündeme geldiği 1939 yılında Ses dergisinin kapağında yayınlandığı bilgisini verir. Abidin Dino’nun bu önerisinde hiç şüphesiz ki, Atatürk’ün Paris’te yayınlanmasına destek olduğu, Fransız bilim insanlarının Anadolu’nun bu eski uygarlığı hakkında yaptığı çalışmaların yer aldığı ‘Hitit’ dergisinin de rolü büyüktür.

Mimarlığını Emin Onat ve Orhan Arda’nın yaptığı Anıtkabir’e bir ağaçlı yoldan geçilerek ulaşılması düşünülür. Uzun bir yol olan bu girişe, ritim kazandırmak amacıyla sağda ve solda on iki çıkıntı yapılır. Onat’ın asistanı Nezih Eldem tarafından yürütülen çalışmada çıkıntıların estetik görülmediği anlaşılınca imdada Abidin Dino’nun düşüncesi yetişir.

Anıtkabir’i ziyaret edenlerin giriş yolunda aralarından geçtiği 24 aslan heykeli Hüseyin Anka Özkan tarafından, İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki ‘Maraş Aslanı’ndan esinlenerek yapılmıştır.

Böylelikle, Abidin Dino’nun önerdiği Hitit Aslanı Anıtkabir’in kendisinde olmasa da, giriş yolunda ziyaretçileri selamlar.

‘Aslanlı Yol’daki ağzı açık 24 aslan heykelinin kükremesinde, Anıtkabir’in bu sırrı duyulur!