Bir son yolculuğun verdiği siyasi mesajlar

Pakistan´da yaşanan sellere, Ukrayna ve Rusya savaşına ve son üç-dört günden beri Ukrayna´nın geri kazandığı topraklara rağmen İngiltere Kraliçesi´nin vefatı gündeme damgasını vuruyor. Kraliçe II. Elizabeth, uzun yaşam ve saltanatı ile olduğu gibi ölümüyle de dünyanın ilgisini ülkesine çekiyor. Ama şimdi bile verdiği önemli bir mesaj ve düşündürdüğü konular var.

Prof. Dr. Sema KALAYCIOĞLU Dünya
14 Eylül 2022 Çarşamba

İskoçya’da Son Görev ve Uzun Bir Yaşama Veda

Dünya en son, ayın 7’sinde, Kraliçe’yi, öğrencilik yıllarında monarşinin kaldırılması için ateşli konuşmalar yapan Liz Truss’a, yeni hükümeti kurma görevini verirken gördü. Bunu sağlık gerekçesi ile daimi ikametgâhında değil, gelenekleri aşarak İskoçya’daki yazlık şatosunda yaptı. Bir gün sonra ise hayata gözlerini kapadı. Böylece 8 Eylül’de, Birleşik Krallık’ta (BK) bir devir kapanarak yeni bir devir başlamış oldu. Ama yönetim felsefesinde süreklilik esas. Geçmişte olduğu gibi yeni kral ve yeni başbakan (yazılı olmayan anayasal ve geleneksel zorunluluklar gereği), birbirinin işine karışmadan, ülkeyi içine düştüğü açmazlardan çıkarmaya çalışacak ve dünyanın sorunları ile ilgili gelişmelere katkıda bulunacak. Değişim, eşyanın tabiatı ile uyumlu. Kraliçe Elizabeth 96 yıllık yaşamında ve 70 yıllık saltanatında, ailesinde, ülkesinde, ülkesinin hükümranlık alanı olan İngiliz Ülkeler Topluluğunda (British Commonwealth) ve dünyada akıl durduran değişiklik gördü. Bunların hepsini hazım, zarafet ve zekâ ile göğüsledi. Akıl vermedi, bilgi aldı. Olayları izledi, yorum yapmadı. Telkinde bulunmadı, tercih belirtmedi ve yönlendirmeye çalışmadı. Hep dünya sahnesindeydi. Ama başbakanlarından rol çalmadı. Kendi bilgi ve düşüncesi olmadığı izlenimini hiç vermedi. Bir tek 2016 yılında yapılan AB’den ayrılma referandumundan önce, çok yalın ve tarafsız bir dille, BK için AB’nin, AB için de BK’nın önemine işaret etti. Sonra sonucu kabul edip, süreci izledi. Yaşamında yine teamüller gereği değişmeyen şey, her zamanki dik duruşu, samimi gülümseyişi ve alışılmış bilgilendirme görüşmelerinde, konuşulanların asla dışarıya sızdırılmamasıydı. Bunu hala hayatta olan başbakanlarla yapılan söyleşilerde duyduk. Değişmeyen saltanat görüntüleri ötesinde, II. Elizabeth’in özel davetlerinde konuklarına ikramda bulunup tabakları kendi eliyle toplayacak kadar büyük bir tevazu sahibi olduğunu öğrendik. Ancak bence asıl etkileyici olan, ölmek için İskoçya’yı seçmiş olması. Şimdi annesi Ana Kraliçe, İskoç olduğu için, İskoçya’ya özel bir sevgisi olduğunu öğreniyoruz. Ama herhalde konunun siyasi, ekonomik ve ulusal birlik boyutu sevginin çok ötesinde. 

Birlik ve Beraberlik Çağrısı Olan Bir Cenaze

Tören ile ilgili ayrıntılar Orta Çağ geleneklerinin, modernize edilmiş hali. 11 Eylül’de cenazenin Balmoral Şatosundan Edinburgh’a hareketi ABD deki 9/11 anma törenlerini bile gölgede bıraktı. Bu son yolculuğun altı-yedi saat süren ilk aşamasına sadece altı-yedi arabadan ibaret bir mütevazı kortej eşlik etti. Ancak bu yolculuk sırasında Aberdeen’den Edinburgh’a ve İskoçya’nın doğusuna, adeta Kraliçe’nin “Ben bu topraklara aitim. Bu topraklar benim, bizim, hepimizin” sessiz çağrısı yayıldı. Bu, 2023 yılında yeni bir bağımsızlık referandumu planlayan İskoçya’ya bir birlik ve beraberlik çağrısı gibiydi. Ebedi istirahatgahına ulaşmadan önce Edinburgh’ta, önce Holyrood Sarayında, sonra Edinburgh Katedralinde katafalkta geçireceği bir-iki gün, bıraktığı hoş seda, önce İskoçya’da yankılanmaya devam edecek. Bu elbette İskoçların ulusal gururlarını kalplerine gömüp, bağımsızlıktan vazgeçmelerine neden olmaz. Ama özerk İskoç parlamentosu referandum tartışmalarını bir süre erteleyebilir. Zaten yapılırsa bundan önce yapılan oylamada olduğu gibi yine birlikte kalma tercihi çıkabilir. Kraliçe’nin ölmeyi seçtiği yer, anavatanı oldu. İskoç halkının Kraliçelerine olan bağlılığı, sevgisi ve saygısını görüyoruz. Tabii yeni Kral’ın yemin töreni sırasında aile mensuplarının taşımaya devam edeceği İskoç unvanlarını açıklaması ‘birlik ve beraberlik’ çağrısının devamı. Kraliyet ailesinin halka telkin ettiği güven, değişmeyen vatan sevgisi, karşılıklı saygı ve ince üslup birliğin devamı için önemli. Kral III. Charles’ın annesinden devir aldığı güveni zedelememesi ve pekiştirmesi önemli. Kendisinden zaten çok büyük bir beklenti olmayan yeni Başbakan Liz Truss’ın ise monarşiyi ilga etmek gibi bir derdi veya fırsatı olacağını sanmam. Çünkü BK’nın karşı karşıya olduğu ekonomik ve siyasi sorunların çözümü kendisinin ve hükümetinin önceliği olacak. Ayrıca bir G7 ülkesi olarak önemli yükümlülükleri var. Bu yükümlülükleri bölünmeden, birbirlerine düşmeden yerine getirmeleri, önce kendi söküklerini dikmeleri, daha fazla söküp, yırtmamaları önemli. Sonra ise palamarı çözdükleri Brüksel ve ABD ile ritim tutarak Ukrayna-Rusya savaşının sonuçlarına, dünya açlığına, ardı arkası hala gelmeyen pandemiye ve pandeminin fakirleştirdiği insanlığa hizmet etmeleri şart. Kraliçe’nin birleştirici mirası, Liz Truss için de iyi bir başlangıç ve yol gösterici ışık.

Birleştiren Liderlik ile ‘Böl ve Yönet’ Farkı: Kıssadan Hisse

Kraliçe’nin muhafız alayında ile İskoç merasim kıtası ve okçuları arasında her renkten, ırk ve muhtemelen inançtan insan gördü dünya. Sömürge dönemleri hariç üzerindeki güneşin hala tamamen batmamasını herhalde BK, her insana, din, dil, ırk ve renk farkı gözetmeksizin insanca yaşama hakkı vererek sağlamış olmalı. Eski ve yeni atanan BK hükumetlerindeki mozaikte de bunun yansıması açık. Önce insan diyebilmek için, insanı iyi yetiştirmek ve iyi kullanmak önemli. Bunda yüzyılların geleneği ile oluşturulmuş, keyfi uygulamalara kurban edilmemiş ve yıpratılmamış kamu kurumlarının etkisi var. Ama 70 yıllık saltanatında şahsen önce insan olmaya ve insan ayırmamaya özen gösteren Kraliçe II. Elizabeth’in dünyadan ayrılırken bile ülkesine yaptığı sihirli dokunuşun payı büyük.

İnsanı, insana kırdıran siyaset, siyaset değil, kıyım. Yönettiği ülkedeki insanları din, etnik kimlik, renk ve cinsiyet açısından ayıran, sokakta söylense kavga çıkarabilecek ifadelerle hakaret etmekten çekinmeyen, farklı siyasi görüşlere veya muhalefete tahammülü olmayan siyasilerin kendilerini lider olarak görmeleri hata. Ülkeleri için ise felaket. Bu tip siyasilerin, sık sık ağızlarına pelesenk ettikleri  “birlik ve beraberlik” sözleri ise aldatmacadan başka bir şey değil. Çünkü bu tür siyaset ancak bölmekten beslenir. Bu tür siyasiler ise bölerek yönetmeyi, insanları hedef göstermeyi, çocuğa, kadına ve farklı olana karşı yapılan saldırı ve haksızlıkları kınamamayı marifet ve büyüklük sanır.

Şimdi ne yazık ki, ne müteveffa Kraliçe Elizabeth’te, ne de bizim 1950, 60 ve 70’li yıllardaki siyasilerde görmeye alıştığımız erdem, liyakat ve alçak gönüllülükten nasibi olmayan siyasiler var. En çok esef ettiğim şey ise, Osmanlı’ya öykünenlerin, Osmanlı döneminde, İstanbul’da minarelerden sık sık “Mağrur olma Padişahım; senden büyük Allah vardır” diye seslenildiğini bilmemeleri. Kibirli olmayı liderlik sanarak, farklı görüş ve düşüncede olanları küçümsemeleri, hakaret etmeyi doğal hak saymaları. Bozulan siyasi üslup ve anayasa başta olmak üzere kanunları yok sayma keyfiyeti, toplumsal ayrışmanın hızlanmasına ve iyi yetişmişlerin ülkeden kaçmalarına zemin hazırlıyor. “Giden gider, biz de kalanla yetiniriz. Olmadı dışarıdan getiririz” fahiş bir mantık hatası. İnsanı iyi, çağdaş ve aydın bir anlayışla yetiştirmedikçe, bu ülkenin has insanına alternatif vatandaş aramak yapılabilecek en büyük hakaretlerden biri. Bu da iyi bilinmeli.

Siz de yorumunuzu yapın

Tüm Yorumları Görün