“Milletleri millet yapan tarihleridir. Tarihsiz bir millet, kişiliğini kaybetmiş bir bireye benzer” Halil İnalcık, 1906-2016

Toplum
27 Temmuz 2016 Çarşamba

Elif Uluğ

“Efendim,” dedi üstada, “Tecrübelerinizden feyz almaya geldim. Tarih yazacağım diye kendimi helak ediyorum, gayretlerim hiçbir işe yaramıyor.”

Tarihçi omuzlarını silkerek cevap verdi:

“Ne lüzumsuz endişe efendiciğim, ne lüzumsuz endişe. Neden tarih yazmaya çalışıyorsunuz? En meşhur tarihleri düzeltirsiniz olur biter. Usul öyle değil mi? Yeni bir görüşünüz, orijinal bir düşünceniz mi var? İnsanları ve hadiseleri beklenmedik taraflarıyla mı anlatacaksınız? Sakın ha. Okuyucuyu tedirgin edersiniz. Okuyucu tedirgin olmaktan hazzetmez. … Orijinal olmayın. Orijinal bir tarihçi, cümle âlemin güvensizliğine, küçümseyişine ve nefretine maruz kalır.”

Halil İnalcık, Anatole France’ın Penguenler Adası’nın önsözünde anlattığı yukarıdaki kıssaya inat zoru başardı, Devlet-i Aliye-yi Osmaniye’nin tarihini yeniden yazarak adını tarihe yazdırdı. Pazartesi kaybettiğimiz asırlık çınar, dünya çapında tarihçimiz İnalcık’a veda ediyoruz. Nam-ı diğer “Tarihçilerin Kutbu”… Bir kişinin yaşarken ‘kutb’ olması, yani tasavvufta bir mürşidin ulaşabileceği en üst dereceye ulaşması için, “72 kitabım var, kitaplarımın çoğunu 80 yaşımdan sonra yazdım” demesi, 100 yaşında hâlâ ders vermesi, onlarca doktora öğrencisinin ötesinde Donald Quataert, Cemal Kafadar, Colin Imber, Rudi Paul Lindner gibi isimleri yetiştirmiş olması gerekir. Kanatlarının altından çıkmakla gurur duyduğumuz İnalcık ise Fuad Köprülü, Abdülbaki Gölpınarlı, Yusuf Hikmet Bayur, Şemseddin Günaltay gibi isimlerin rahle-i tedrisinden geçmiştir. Kendi söyleyişiyle birinci sınıf âlimlerden ders almış, ideali için keşiş gibi çalışmıştır İnalcık. Ancak boynuz kulağı da geçecektir, “Köprülü ve Barkan zamanın büyük âlimiydiler, Halil İnalcık tüm zamanların büyük âlimi” diyecektir Bernard Lewis.

Henüz bir tarih öğrencisiyken “Osmanlı’nın kuruluşu 1299 değil, 1302 Bafeus Savaşı’dır” iddiası ve bu iddiasını temellendiren dev eseri ‘Kuruluş’ ile tanıştım İnalcık’la. Yine özellikle ‘Osmanlı İmparatorluğu’nda Klasik Çağ’ adlı eserinin ‘Din ve Kültür’ bölümü kendi tezimde bana ufuklar açmıştır. Yazımda onun onlarca eserinden söz edebilmem mümkün olmadığından sadece ‘Kuruluş ve İmparatorluk Sürecinde Osmanlı’ üzerinde duracağım. Osmanlı Devleti’nin 1299 değil de 1302’de; Söğüt’te değil Yalova’da kurulduğunu iddia etmek ne demek? Bize öğretilen tarihle arasında sadece 3 yıllık bir zaman ve mekân farkını ortaya koymak için pek çok arşiv belgesini okumak, ömrünün büyük bir bölümünü sessiz sedasız arşivlerde geçirerek yaşamak, iğneyle kuyu kazarcasına belgeleri ve bilgileri bir araya getirmek, arşivlerin tozlu raflarında bir dedektif edasıyla belgeden belgeye doğru ulaşmaya çalışmak demektir. İnalcık, sadece belgelerle yetinmez, tarihini yazdığı Anadolu coğrafyasını adım adım gezer; topografyacıdır, kendisinden önce yapılmış onlarca maddi hatayı tekrarlamaz. Tarihin, bugün yeni bir algı ve anlayışla kurgulanabilmesini sağlayan mahalli anlatılar, rivayetler onun malzemeleri arasında yer alır, bunlar bugünün yeni tarih anlayışının araçlarıdır. Epik tarihçiliğin aktardığı malzemeyi Vakfiye kayıtlarının ışığı altında değerlendirir; arşivden şaşmaz. Tarihçilik merakını kendi ifadesiyle; “Devletlerin tarihini ortaya çıkarmaktan çok, halkın tarihini, geçmişte nasıl yaşadığını, sosyal hayatını, ekonomisini, gündelik yaşantısını ortaya çıkarmak” olarak ifade eder.

Halil İnalcık sayesinde Osman Bey’in bir koyun çobanı olmanın ötesinde etrafında gazileri toplayan bir saygın bir savaşçı olduğunu öğreniriz. Yaşadıklarını tarihsel bir çerçeve içine oturtabilme olanağını buluruz. Ona gücünü verense 1302 Bapheus Savaşı’nda Bizans’a karşı kazandığı zafer ve bu zaferin ona kattığı karizmadır. Bu bir imparatorluğun kurulmasına giden yolun başlangıcı olacaktır. İnalcık bununla da yetinmez, Batı’ya, Osmanlı’nın kılıçla değil uzlaşıyla geldiğini gösterir, belgeleriyle.

“Milletleri millet yapan tarihleridir. Tarihsiz bir millet, kişiliğini kaybetmiş bir bireye benzer” diyen Hoca, ortak geçmişimize farklı bakışıyla en büyük katkılardan birini yaptı bu millete. Hani bir aile büyüğünüzü kaybedersiniz ya, tarihle arası iyi olanlar için Halil İnalcık’ın kaybı tam olarak da bu. Âlimin ölümü, âlemin ölümü gibiymiş sahiden, ama şükür onu hayatımızda tutabilmemiz için ardında dev eserler bıraktı. Ve tam da bu günlerde ihtiyacımız olan bir reçete: “Pesimistlik korkaklıktır. Büyük milletiz biz. Türkiye büyüktür. 1500 yıllık bir tarihimiz var. Canımızla, başımızla bu büyüklüğü devam ettirmeliyiz. Bırakıp kaçmak ihanettir bence. Eğer noksanlar varsa gidermeye uğraşmalıyız. Bu devletin tarihine yakışır şekilde yaşamalı ve çok çalışmalıyız.”