Darbe tarihimiz ve kahramanlarımız

Çocukluğumda şahit olmuştum tankların yürümesine, şimdi de çocuklarım şahit oldu; 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye’de darbeyi gözünde canlandıramayacak kuşak kalmadı. Çok şükür girişim başarıya ulaşamadı, ulaşsaydı bugün hangi şartlar altında yaşayacaktık, hiçbirimiz tahmin dahi edemiyoruz.

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı
27 Temmuz 2016 Çarşamba

Çocukluğumda şahit olmuştum tankların yürümesine, şimdi de çocuklarım şahit oldu; 15 Temmuz darbe girişiminden sonra Türkiye’de darbeyi gözünde canlandıramayacak kuşak kalmadı. Çok şükür girişim başarıya ulaşamadı, ulaşsaydı bugün hangi şartlar altında yaşayacaktık, hiçbirimiz tahmin dahi edemiyoruz.

Darbelerin artık tarihe gömüldüğünü düşünmenin ne büyük naiflik olduğuna şahit olduk. Tarihe gömülü pek çok darbe var, ancak bu gelecek adına bir ümit değil; zira darbeler siyasi tarihin hep bir parçası olageldi. Roma imparatorlarının bazıları darbeyle işbaşına geldi, Napoléon Bonaparte 1799’da bir darbeyle iktidarı ele geçirmişti. Demokrasi dediğimizde tekerleğin icadı misali anlattığımız antik Yunan kentlerinde dahi darbeler söz konusu olabiliyordu. Maalesef darbeler ve suikastlar insanlığın ortak demokrasi tarihinin bir türlü geçmek bilmeyen çocukluk hastalıkları.

Tabii ki her hastalık her bünyede farklı geçiyor, ne yazık ki geçtiğimiz yüz yılda darbeler en çok Latin Amerika’da, Afrika’da, Asya’da görüldü; Avrupa’da en çok görünenlerse bizle Yunanistan oldu. Clayton Thyne ve Jonathan Powell’ın ortak makalelerine göre 1950’den 2010’a kadar gerçekleşen 457 darbe girişiminin 227’si başarıya ulaşmış, yani yarı yarıya. Darbelerin gerçekleştiği coğrafyalara baktığımızda Avrupa’da oran yalnızca yüzde 2,6’yken, Afrika’da yüzde 36,5’a kadar çıkıyor.

Türkiye’de darbe denildiğinde yalnızca 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül hatırlanıyor. Ancak arada kalan muhtıralar muğlâklaştığı gibi, başarısız girişimler de unutuluyor. Oysa oralardan çıkarmamız gereken dersler var. 12 Mart Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşen ikinci başarılı darbe, ama emir-komuta zinciri içinde gerçekleşen ilk darbe. İlk üç darbeye baktığımızda, bugün için hem iktidarın hem de muhalefetin gurur duyabileceği referanslar görüyoruz. Onları paylaşmak istiyorum bu yazıda. Umarım böyle bir zamanda birlik ve beraberlik için bir motivasyon kaynağı olabilir bu satırlar.

*

Türkiye’de 27 Mayıs layıkıyla anlatılmadı, insanlara yalnızca birkaç imaj gösterildi. Mazlum Menderes ve onu idam eden acımasız askerler ayrımı kuruldu, bu imajla Balyoz ve Ergenekon davaları arasında bir analoji tesis edilerek bugüne dair çıkarımlar yapılmaya çalışıldı. 27 Mayıs’la yüzleşmek dedikleri aynı birkaç cümleyi tekrarlamak ve Menderes’i kurban olarak görüp övmek ötesine geçmedi. Oysa o 27 Mayıs’ta bir de İstiklal Harbimizin Galip Hocası vardı, üçüncü cumhurbaşkanımız Celal Bayar.

27 Mayıs günü Çankaya’ya tank namlularıyla çevriliyken, Bayar’ın, yanına çağırdığı Köşk’ün Muhafız Alayı kumandanından kaçması önerisini aldığında verdiği cevap şöyle olmuştu:“Bir yere adım atacak değilim, şiddetle reddederim kaçmayı!” Harpler görmüş geçirmiş Bayar meşru cumhurbaşkanı olduğunu söyleyerek direniyordu, direniş ihtilalciler Çankaya’ya girdiklerinde de devam edecekti. Şöyle anlatıyor Bayar:

“İhtilalciler bir heyet halinde geldiler. Başlarında Uluç Paşa vardı ve ben cebimdeki revolverimi ihtilalcilere doğru tutuyordum. Paşa bana geldi, ‘Sizi götüreceğiz, misafir edeceğiz,’ dedi. Ben ‘Milli iradeyle buraya geldim, hiçbir kuvvet beni buradan alamaz’ dedim. ‘Gitmem’ dedim. Paşa etrafındakilere bir işaret yaptı beni kavramaları için. Hemen tabancamı çektim. O anda ateş etmek gibi bir fikir uyandı bende. Dört kurşunu karşımdakilere kullanayım, beşincisini kendime alıkoyayım. Bu iki fikir hızla aklımdan geçti. Sonra kan dökmeyeyim, intihar edeyim, nasılsa öleceğim, diye düşündüm. Tabancayı, sol şakağıma koydum, solak olduğum için.”

Bayar son anda kurtarılır, üzerine atlayan askerler, sürükleyip götürürler. Aynı Bayar, hapiste de ‘Düşükler Yassıada’da’ filminden sonra intihar eder, yine kurtarılır. Bayar tüm bunlardan sonra DP’lilerin siyasal haklarını yeniden almaları için çalışır, 1968’de kendisiyle aynı dertten mustarip eski DP’liler için “Bizim Ev” adında bir kulüp kurar. 14 Mayıs 1969’da, ‘hasmı’ İsmet İnönü’yle buluşarak siyasi hakların geri alınması için gereken anayasa değişikliği konusunda CHP’nin de desteğini alır. Sonraki yıllarda da isminin kudretinden bir şey kaybetmez, Süleyman Demirel’le birlikte kürsüye çıkar. Ancak unutulmayacak bir şey varsa, o da gerekirse ‘hasmıyla’ demokrasi için oturup konuşmasıdır. Dikine gitmenin marifet sayıldığı sert siyasi geleneğimizde önemli bir adımdır bu.

*

İnönü de iki darbe girişimine maruz kalacaktır. İstiklal Harbimizin muzaffer komutanı ikisini de savuşturmayı başarır, bir türlü yıkılamayan karizmasının da yardımıyla. İki girişim de aynı taraftan gelir: Baştan beri cunta faaliyetlerinin içinde olduğu halde, Kore’de olduğu için 27 Mayıs 1960’ta harekâta katılamayan Talat Aydemir, şansını önce 22 Şubat 1962’de dener. Bastırılan girişime katılanlar affedilir, Aydemir emekli edilir. Ancak 20 Mayıs 1963’te ikinci kez şansını dener. Şansını dener diyoruz, çünkü olan bitene baktığımızda 27 Mayıs’ta kendine bir koltuk bulamamasının acısını çıkarır gibidir Aydemir. İkinci darbe girişiminden sonra uslu duramayacağı anlaşıldığından bu sefer affedilmez, 5 Temmuz 1964’te idam edilir.

İnönü’den alınacak pek çok ders var. 27 Mayıs’tan sonraki karışıklıkta cevabını bulamayan sorulardan biri de seçimlerin ne zaman yapılacağı idi. İnönü, komitenin içinde olan bitenlerden haberdar olup yakın arkadaşlarına konuyu şöyle çıtlatıyordu: “Bunlar kolay kolay seçim yapacağa benzemiyorlar, çetin bir mücadeleye hazırlanmalıyız!” O çetin mücadele Aydemir’in darbe girişimlerine karşı da verildi. Darbe söylentileri o kadar ayyuka çıkmıştı ki İnönü radyodan şöyle sesleniyordu: “Demokrasiden vazgeçen kapalı bir sisteme asla müsaade etmeyeceğim! Onun karşısında mücadele edeceğim!”

Ordu ve devlet tecrübesine sahip İsmet Paşa, gerektiğinde çizmesini gezip birlikleri teftiş edecek kadar da ihtiyatlıydı. İlk darbe girişiminden iki hafta kadar önce haber vererek Harp Okuluna gitmiş, Aydemir tarafından soğuk karşılanmıştı. Aydemir, öğrencileri İnönü’yü karşılamaya çıkarmamış, İnönü öğrencileri sorduğunda da “Getiremezdik” diye kestirip atmıştı. İnönü sinir harbini de iyi yönetiyordu muhtemelen, “Öğrencilerini bir başbakanın karşısına çıkaramayan kimse, kumandan olamaz” deyip ve gitmişti. O İsmet Paşa Aydemir’in iki darbe girişimini de ustalıkla savurdu.

*

Darbe girişiminin gerçekleştiği 22 Şubat akşamı, Hükümet’in Eskişehir’e taşınması önerilir. Buna da en sert karşı çıkan, bugünkü MHP’nin öncülü CKMP’nin lideri Osman Bölükbaşı olacaktır: “Meclis kapanacak yerde bizim dört günlük defterimiz kapansın, daha iyi!”

*

Hâsılı kelam, geçmişe baktığımızda bugün temsil edilen her görüşün tarihinde onur duyulacak tavırlar görüyoruz. Olağan hallerde birbirine tabiri caizse savaş açan bu partiler, olağanüstü hallerde Meclis’in onuru için bir arada durmayı başarabilmişler. Meclis’e ateş açılması yalnız iktidara değil, halkın tamamına karşı yapılan bir hakaret. Bunu unutmayıp, farklılıkları bir süreliğine rafa kaldırıp yan yana durmanın tam zamanı. Tarih gösteriyor ki zaman ne kadar akarsa aksın darbeler bitmeyecek, darbeye karşı durabilen mert insanlar da!