Tuna’nın böldüğü Budapeşte’nin Yahudi yaşamına yolculuk

Dünyanın çeşitli ülkelerindeki Yahudi yaşamına ait mücevher arayışımıza Budapeşte’de devam ediyoruz...

Seyahat
19 Temmuz 2016 Salı

Işıl Amanoel

 

Budapeşte deyince birçok insanın aklına ilk gelen şehrin Peşte tarafında bulunan, Tuna Nehri manzarasına hâkim, bir kartpostalı andıran eşsiz güzellikteki parlamento binasıdır kuşkusuz. Oysaki Tuna’nın tam ortasından ikiye ayırdığı şehrin, farklı karakterlere sahip Buda ve Peşte yakalarında parlamento binasını gölgede bırakacak sayısız ayrıntı gizli.

Parlamento binasının yakınında, hemen Tuna’nın kıyısında, bir anıt olan bronz ayakkabılar bulunuyor.  Bu anıt 1940’lar stilinde kadın, erkek, çocuk ayakkabıları olmak üzere her yaş için ayakkabılar sergiliyor ve Nazi döneminde Tuna Nehrinin önünde kurşuna dizilmeden evvel kurbanlardan çıkartılması istenen ayakkabıları temsil ediyor. Tabii ki savaş döneminde bu ayakkabılar kıymetliydi...

 

'Tuna Kıyısındaki Ayakkabılar'


Harabe Barlar

Benim için Budapeşte’yi özel kılan ise, eşsiz manzarasının yanı sıra, popülaritesiyle hemen hemen dünyanın her yerinde ün salmış ve şehre birçok turistin akın etmesinin en büyük nedenlerinden birisi olan ‘Ruin Bar‘ konseptiydi. ‘Ruin’ kelimesi Türkçe’de ‘harabe, yıkıntı’ anlamına geliyor. Bu konseptin ne olduğunu soracak olursanız; bu harabe/yıkıntı barlar, ortada kocaman avlusu olan, içi hiç yenilenmeden sadece eskiliğine uygun bir şekilde dekore edilerek kullanılan, terk edilmiş veya terk edilmek zorunda bırakılmış eski evler. Bulundukları yer ise şehrin en meşhur restoranlarının, barlarının, canlı performans atölyelerinin, kafelerinin ve tasarım dükkanlarının bulunduğu mahalle, yani Yahudi Mahallesi. Bu mahalle, daha çok entelektüel kesimin takıldığı, alternatif olarak tanımlayabileceğimiz fakat aynı zamanda şehrin kalbinin attığı bir bölge. Bu sebeple gezimde en çok ilgimi çeken şu anda dünyanın farklı ülkelerinden birçok insanı bir araya getirip keyifli vakit geçirmelerine ortam sağlayan bu Yahudi mahallesindeki harabelerin geçmişteki tanıklıkları oldu.

 harabe bar


Budapeşte’nin Yahudi Tarihi

Sizleri biraz tarih bilgisiyle sıkacağım ama şehirdeki Orta Çağ’a dayanan uzun Yahudi tarihi önemli ayrıntılar içeriyor. Buda’da Yahudiler tüccar, esnaf, sanatkar olarak yaşamış, cemaat ise 11. yüzyıl sonlarında ve 12. yüzyıl başlarında oluşmuş. İlk sinagogları 1307’de kurulmuş, 45 sene sonra kovulduklarında ise sinagogları da yıkılmış. 1360 yılında buraya geri geldiklerinden sonraki dönemde cemaat önem kazanmış. Bu dönemde zengin Yahudiler Kral Matthias Corvinus’un kraliyet törenine dahi katılabiliyormuş. Kral tüm ülkenin Yahudi nüfusu için bir sözcüyü Buda Yahudi cemaati başkanı olarak tayin etmiş. Ancak durum 1490 yılı itibari ile değişmiş ve Yahudiler için kötü bir hal almış. Mallarına el konulmuş, Yahudilerden alınan krediler geri ödenmemiş. Bu durum Osmanlı’nın 1526’daki Macaristan zaferi ile değişmiş ve Yahudiler 150 yıl sükunet içinde yaşamış. 1686 Avusturya işgali sırasında ise Yahudiler Türklerin yanında yer almış, Buda’da yaşayan 1000 Yahudi’den sadece 500’ü hayatta kalabilmiş.

Günümüzde şehrin ayakta olan en eski sinagogu Óbuda Sinagogu Buda’da bulunmakta fakat Yahudi yaşamının izlerine Peşte’de olduğu kadar rastlanılmamakta. Óbuda Sinagoguna gitmeme vesile olan ilginç hikayeyi birazdan anlatacağım.

 obuda sinagogu

Óbuda Sinagogu

 

Peşte’deki Yahudi yaşamı ise 15. yüzyıl başlara dayanmakta. Belgelenmiş en eski cemaat 1507’de oluşmuş. Avusturya işgali sırasında Hapsburg kuralı konulunca Yahudilerin Buda ve Peşte’de yaşamaları yasaklanmış. Hatta acil durumlarda bile bir geceyi dahi bu bölgelerde geçirmelerine izin verilmemiş. 18. yüzyıl ortalarına kadar sadece market alışverişi için giriş izni verilmiş. Adı getto olmasa da, bir nevi getto yaşamına benzer bir hayat sürmüşler. II. Joseph döneminde özel bir vergi sistemi yürürlüğe konularak Yahudilerin tekrar şehre yerleşmesine izin verilmiş. 1848 yılında Macar devrimi için gönüllü askerlik yapıp mali katkıda da bulunmuşlar. 19. yüzyıl ortalarında Yahudilerin ticaret yapmalarına izin verildikten sonra ülkede ticaret, sermaye girişimi ve sanayi patlaması gerçekleşmiş. Yahudiler mülk ve fabrika edinmeye başlamış, refah dönemine geçmişler. Theodor Herzl ve Max Nor’un da doğmuş olduğu bu dönemde 350 Yahudi aileye asalet unvanı verilmiş.


Avrupa’nın En Büyük Sinagogu

Yahudi mahallesini gezerken mutlaka görecekleriniz arasında Theodor Herzl’in evi var. Bu ev Yahudi Müzesi olarak karşınıza çıkıyor. Yahudi Müzesinin hemen yanında Raoul Wallenberg Holokost’u Anma Parkı bulunuyor. Raoul Wallenberg de kim diye aklınızdan geçiriyorsanız, ilk söylemem gereken II. Dünya Savaşı sırasında 100 bin aşkın Yahudi’nin hayatını kurtaran bir kahraman olduğu. İsveçli bir mimar ve diplomat olan Wallenberg Yahudilere dokunulmazlık sağlayan pasaportlar vererek Yahudileri İsveç sınırlarına dahil sayılan binalara yerleştirmiş, bu şekilde yüz binlerce Yahudi’nin hayatını kurtarmış. Burada gezerken bir anda eğik bir menorayı andıran ve benim de soyadım taşıyan ‘Emmanuel Ağacı’ dikkatimi çekti. Söğüt ağacı geleneksel yas sembolüdür. Bu heykelleşmiş yaşam ağacı da Holokost sırasında Budapeşte’de ölen 5 bin kurbanın ismini her bir yaprağın üzerinde anıyor. Kafanızı çevirir çevirmez tüm görüş alanınızı kaplayan dev bir sinagogun yukarıdan adeta sizi seyrettiğini fark ediyorsunuz. Bu sinagog 19. yüzyılda inşa edilen Avrupa’nın en büyük sinagogu Dohány Sokağı Sinagogu. Mağribi stiliyle inşa edilmiş, Kuzey Afrika İslami modelinde, Orta Çağ İspanyası (Elhamra) motifleriyle dekore edilmiş. Sinagog II. Dünya Savaşı sırasında çok hasar görmüş, kısa bir dönem ahır olarak bile kullanılmış. Bu yapıtın İstanbul’da alışkın olduğumuz sinagog mimarisinden çok farklı olduğunu, hatta dışının Mağribi stilinden dolayı bir camiyi, içininse kiliseyi andırdığını söyleyebilirim.

 dohany sinagogu

Dohány Sokağı Sinagogu

 emanuel agacı

Emmanuel Ağacı

 emanuel yaprakları

Emmanuel Ağacı yaprakları


Carl Lutz

Etrafta yiyecek bir şeyler aramak için dolanırken Kazinczy Sokağındaki Tel Aviv Cafe’den tutun da, Akácfa Sokağındaki Mazal Tov isimli restorana, Dob Sokağında ise Ricsi's World's Jewish Street Food restoranına kadar birçok Yahudi restoranı ile karşılaştık. İtiraf etmem gerekir ki, bu zamana kadar gitmiş olduğum onlarca Yahudi mahallesinde adı sadece ‘Kaşer Restoran’dan ibaret olan veya sadece ‘Falafel Restoran’ gibi jenerik isimlere sahip birçok Yahudi restoranı görmüştüm; ancak şehrin tam göbeğinde isimleriyle dikkat çeken restoran ve kafelere rastlamamıştım. Birçok seçenek arasında kaldığımızdan dolayı yoldan geçen ilk yerel görünümlü kişiyi çevirip tavsiye isteme kararı aldık. 200 bin Yahudi’nin yaşadığı bir şehirde yoldan çevirdiğimiz kişinin Yahudi çıkması sizi ne kadar şaşırtır bilmem ama bizim için büyük bir tesadüf oldu. Yeni arkadaşımız Benny Banai Budapeşte’de doğmuş ve halen orada yaşayan bir pilottu. Ertesi gün Şabat olduğundan bizi ailecek gittikleri sinagog olan Óbuda Sinagoguna davet etti. Benny’nin yanından ayrıldıktan sonra, tavsiye ettiği ve şehrin en iyi gulaş restoranı olduğunu söylediği For Sale Pub’a giderken karşımıza bronz bir heykel çıktı. Altında “Her kim bir hayat kurtarır ise tüm dünyayı kurtarmış demektir” yazılı bir levha vardı. Bu heykel İsviçreli diplomat Carl Lutz’a aitti. Lutz, II. Dünya Savaşı’nda yaklaşık 62 bin Yahudi’nin o günkü Filistin topraklarına göç edene kadar korunmalarını sağlayan izinlerini çıkarmış. Bunu sağlamak içinse küçük bir hile yapmış. Bu koruma belgeleri aslen sadece 8 bin Yahudi içinmiş ancak Lutz yetkililere bu iznin 8 bin aile için olduğunu bildirerek 8 bin yerine 62 bin kişinin hayatını kurtaran bir kahraman haline gelmiş. Ayrıca şehrin birçok yerinde İsviçre elçiliğine bağlı 76 korunaklı yer inşa etmiş. Bunlardan en ünlüsü bugün müze olarak ziyaret edilebilen ve eskiden cam fabrikası olduğu için adı ‘Glass House olanı.

 carl lutz anıtı

Carl Lutz Anıtı

 

Yolumuzun üzerinde Carl Lutz’un hikayesini öğrendikten sonra For Sale Pub’a vardık. Bu restoranın özelliği yenilen yer fıstıklarının kabuklarının yere atılması ve duvarlarının gelen ziyaretçilerin notlarıyla dolu olmasıydı. Bir Yahudi restoranı olmamasına rağmen notlardaki İbranice yazılar ve Yahudi sembollerinin yoğunluğu dikkat çekiciydi.

for sale

For Sale Pub


Óbuda Sinagogunda Şabat

Cuma akşamı Óbuda Sinagogunda Benny ile buluştuk. Óbuda Ortodoks bir sinagog. Gelenlerin hemen hemen hepsi birbirini tanıyordu. Oscarlı Saul’un Oğlu filminin yönetmeni László Nemes de bu sinagoga geliyormuş. Maalesef ben gittiğimde şehir dışında olduğundan dolayı karşılaşamadık. Şabat duası bittikten sonra herkes yemek için yukarı çıkıp yuvarlak masalardaki yerini aldı. Yaşça büyük olanlar ve gençler farklı masalara oturdular. Herkes masasındaki yerini aldıktan sonra Rabbi Slomó Köves viski ile Kiduş okudu. Akabinde masadaki insanların kazandıkları başarıları ve doğum günlerini kutlamaya başladı. Tüm konuşmalar Macarca olduğundan Benny hepsini benim için tercüme etti. Tebriklerin hemen sonrasında Rabbi İngilizce konuşarak çok değerli bir misafirleri olduğunu söyledi ve benden kendimi en az yarım saat tanıtacak bir konuşma istedi. Açıkçası hazırlıksız yakalandığımdan espriyi anlamam bile birkaç saniyemi aldı. Kendimi kısaca tanıttıktan sonra herkes bir kere de benim için kadeh kaldırdı. Budapeşte’deki Yahudiler çoğunlukla Aşkenaz olduğundan sinagogdaki yemekler de Aşkenaz yemekleriydi. Bir Sefarad olarak bizim evde hiçbir zaman görmediğim Matza topu çorbası bu yemekler arasında benim için en ilginciydi ve gerçekten çok lezzetliydi. Yemek bittikten sonra biz de birçok Budapeşteli gibi eğlenmek için Yahudi mahallesine gittik. Akşamımızı sinagogda geçirdiğimiz için buradaki restoranlardan biri olan Spinoza Cafe’deki canlı klezmer müziğini kaçırdık. Bu grup her hafta çalıyormuş. Bu fırsatı bir dahaki gezime saklayıp bunun yerine şehrin ilk ve en meşhur yıkıntı barı olan Szimpla Kert’e gittim. Bu bar geçen yıl dünyanın en iyi üçüncü barı olarak seçilmiş. Bugün eski arabaların veya banyo küvetlerinin içinde oturup içkinizi içebildiğiniz bu bar, II. Dünya Savaşı sırasında Budapeşte’den götürülen 15 bin Yahudi’den birinin eviydi. Aynen Yahudi mahallesinin en popüler barlarının bulunduğu Gozsdu Courtyard’ın birilerinin avlusu olduğu gibi.

 benny

Benny ve ben


Dünyanın En Küçük Sinagogu

Budapeşte gezimi şehrin hemen dışındaki, özellikle sanatçıların yaşadığı küçücük bir kasaba olan Szentendre’yle bitirdim. Burası tasarım dükkanları ve hemen her yerde görebileceğiniz hediyelik eşya dükkanlarıyla sanatçıların bohem tarzını yansıtan rengarenk sevimli mi sevimli bir kasabaydı. Bu kasabanın en ilginç tarafı dünyadaki en küçük sinagoga sahip olmasıydı. Bu kasabada II. Dünya Savaşı öncesinde 250 Yahudi yaşıyormuş. Bu ailelerden birisi ise sinagoga ismini veren Szanto ailesiymiş. 1944 yılında kamplara gönderildikten sonra burası bir anıt olarak hizmet vermeye başlamış. 1998’de ise II. Dünya Savaşı’ndan sonra Macaristan’da kurulan ilk sinagog haline gelmiş.

 szanto

Dünyanın en küçük sinagogu Szanto

 

Yahudi yaşamı; yirmiden fazla sinagogu, yemekleri, sanatla olan etkileşimi, şehrin içindeki yapıları ve bu yapıların içindeki eğlence hayatı ile adeta Budapeşte’nin vazgeçilmezi haline gelmiş. Bir şehir düşünün ki kalp atışları sizin…

Etiketler: