Dünyanın en esrarengiz gösterisi

Moris FRANSEZ Köşe Yazısı
13 Temmuz 2016 Çarşamba

İllüzyonist, zarif bir el çabukluğuyla, şapkasından bir çiçek çıkarır… Ön sıradan, külyutmaz bir izleyici: “Gördüm!”  diye seslenir, “Ceketinin kolundan çıkardı!”.

İllüzyonist oralı olmaz, bu kez bir tavşan çıkarır… Uyanık izleyici aynı heyecanla haykırır: “Gördüm, gördüm… Kolundan çıkardı!”.

Hokkabaz, şapkadan bir fil çıkarır… Ön sıradaki “oyunbozan”, ısrarını sürdürür: “Gördüm! Kolundan çıkardı!”.

Sanki ceketin kolundan bir fil çıkarmak marifet değilmiş gibi…

***

Şu anda, varlığımızın derinliklerinde, dünyanın en esrarengiz gösterisi sergileniyor… Biz ise, tanık olduğumuz mucizeyi o kadar kanıksamışız ki, sıradan bir hadiseymiş gibi izliyoruz… Bedenlerimizin içinde, bir an bile duraksamadan işleyen sürekli değişimden söz ediyorum.

Şu anda hissedemediğimiz kadar yavaş işleyen, ancak uzun dönemde farkına varacağımız bu değişime yaşam adını veriyoruz. Bundan daha da yavaş cereyan eden ve algılanması nesiller sürecek olan değişime de, bilim insanları evrim adını veriyor.

Kimin ve ne amaçla harekete geçirdiğini bilmediğimiz esrarengiz bir yaşama erki ya da biyolojik bir güç, bir yandan bu değişimleri gerçekleştirirken, bir yandan da iç ortamımızı yaşanır bir kıvamda tutmaya çalışıyor: kan basıncımızı, beden ısımızı, bağışıklık sistemimizi, sürekli olarak ayarlıyor… Ve daha nice akıl almaz işler yapıyor…

Bütün bunları yaparken, ne bilincimize uğruyor, ne de zihnimizin fikrini alıyor…

Çünkü o muhteşem zihnimiz devreye girerse, belki her şeyi darmadağın edecek.

Gereksinim duyduğunda, zihnimize komutlar yağdırıyor sadece:

“Git bana yiyecek bir şeyler temin et!”

“Barınacak bir yer ayarla!”

“Çiftleşecek bir eş bul!”

“Toplumda saygın bir yer edin!”

Ve bu isteklerinin karşılanıp karşılanmamasına göre, daha huzurlu ya da daha

huzursuz hallere giriyor ve bu ‘hallerini’, bize çeşitli duygularla duyuruyor.

İhtiyaçları karşılandığı zaman, dinlenmeye geçebilmemiz için, bizi güven duygusu, ferahlama gibi huzurlu duygular içine sokuyor…

Yaşamsal menfaatlerinin tehlikeye düştüğünü algıladığı zaman ise, harekete geçmemiz için, asabiyet, kaygı, korku, öfke, kıskançlık, haset gibi huzur bozan duygular uyandırarak bizi ‘uyarıyor’.

En asilinden, en aşağılık olanına kadar tüm duygu, heyecan ve isteklerimiz, içimizdeki ‘o’ yaşayan şeyin girdiği hallerden başka şeyler değil. Biz yaşamı değil, adeta yaşam bizi yaşıyor.

Bu yaşam ilkesini, ‘Tanrı’, ‘Brahman’, ‘Biyolojik Güç’ ya da kısaca ‘Doğa’ olarak adlandırmayı seçmemiz, hadiseyi ne daha fazla esrarengiz kılıyor, ne de daha az…

Hem sevginin, hem de nefretin, hem merhamet duygusunun ve hem de intikam arzusunun eşit derecede Doğal olduklarını söylemekle, eşit derecede Tanrısal olduklarını söylemek arasındaki fark, sadece retorikten yani belagatten ibaret.

Aklımız ise, bazen gazino sahibi, bazen de ön sıradaki huysuz izleyici gibi davranıyor… Bizi içten güden doğamızın performansından her zaman hoşnut değil. Örneğin, bazı durumlarda nefrete sevgi ile karşılık vermenin daha bilgece bir tutum olacağını görüyor ama savunma güdüsünün o ‘volkanik’ patlaması sırasında sesini duyuramıyor.

Bunun niçin böyle olduğu, yani doğanın niçin içgüdülere öncelik verip aklın sesini zayıf tuttuğu sorusu biyoloji biliminin alanına giren bir soru…

Akılla içgüdüler arasında sürüp giden çatışmanın nasıl sona erdirileceği sorusu ise felsefenin yanıt aradığı bir soru… Sayısız felsefi ve ‘spiritüel’ kitap da, bu meseleyi çözmek, bize bu hususta yol göstermek için yazılıyor.

Orhan Pamuk’un ünlü bir sözü var: “Bir kitap okudum, hayatım değişti” diyen… Bu söz keşke doğru olsaydı… Keşke okuduğumuz bir kitabın marifetiyle, örneğin Krishna’nın anlatmasıyla* zihnimizdeki savaş solup yok olabilseydi… Ama zihnimizde bu kitapların yapraklarından başka solup ‘yok’ olan bir şey yok…

Belki gerçekten de içgüdülerimizin ‘evcilleştirilmesi’ gerekiyor ama bu, başkalarının yazdığı kitapları okuyarak gerçekleşeceğe benzemiyor…

Doğa, içgüdülerimize yürütme, aklımıza da denetleme görevi vermiş… Akılla içgüdüler arasındaki denge ve uyumu sağlayacak birim, belki de henüz oluşturulmamış… Doğa bu işi bize bırakmış olabilir mi acaba?

*Mahabharata/Bhagavad Gita/Kurukshetra Savaşı