Mario Prassinos: Sürgün çiceklerin dönüşü

´Mario Prassinos, Bir Sanatçının İzinde: İstanbul-Paris-İstanbul’ sergisi, 1916’da, Beyoğlu’nda, Rum bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Prassinos’u, 100. doğum yılında, belleğinde kalan hatıralarıyla ana vatanına geri getiriyor.

TUNA SAYLAĞ Sanat
29 Haziran 2016 Çarşamba

Bu topraklarda doğduğu ve başka ülkelerde tanınan saygın bir sanatçı olmasına rağmen Mario Prassinos’un Türkiye’de bilinmemesi oldukça düşündürücü… Bu yönüyle bu serginin doğduğu semtte yer alan Pera Müzesinde geçekleşmiş olması oldukça büyük önem taşıyor.

14 Ağustos’ta sona erecek olan sergide, Prassinos’un (1916-1985) resimlerinden kitap illüstrasyonlarına, dokuma örneklerinden gravürlere uzanan farklı teknikteki eserleri bir araya gelmiş. Seza Sinanlar Uslu küratörlüğünde, uzman Catherine Prassinos (kızı) ve danışman Thierry Rye tarafından hazırlanan sergide, sanatçının sanatsal mizacı, sürrealizmden realist bir anlayışa yönelen tarzı, ortaya koyuluyor. 

Türkiye’den Fransa’ya göç eden sürgün bir ruh

Rum-İtalyan, sanatla iç içe bir ailede doğan Prassinos’un Pera’daki evi büyük şans eseri halen iyi bir durumda. Sergi açılışında bir konuşma yapan kızı Catherine Prassinos, babası ile ilgili çocukluk anılarına ışık tutarken, onun Galata Köprüsü, evde pişen Türk kahvesi, Osmanlı yemekleri, ailenin her yazını geçirdiği Büyükada’daki yalısı ve Rumca konuşmaların arasına serpiştirilen Türkçe kelimelerden söz ettiğini anlattı. Babası sık sık Boğaz’dan, sürgünden bahseder,  arkadaşlarına, evlerini terk etmenin kendisine ne kadar acı verdiğini söylermiş.

Prassinos ailesi, 1922’de siyasi iklimin verdiği mecburiyetle Türkiye’den ayrılarak Fransa, Nanterre’e yerleşir. Sanatçının gençlik yıllarında Avrupa’da sürrealizm etkilidir. Akademik bir sanat eğitimi almamış olmasına rağmen sürrealizme uygun olarak düşlerine biçim vermeyi resimle sürdürür. Prassinos, sadece geniş bir yelpazede eserler üretmiş güçlü bir sanatçı değil aynı zamanda sözcükleri ustaca kullanan bir yazar, iyi bir kostüm ve dekor tasarımcısı olarak da ün salar. Fransa’da, kız kardeşi Gisèle Prassinos’la birlikte daha çok genç yaşlarında sürrealistlerden kabul gören ve birlikte yapıtlarını sergileyen sanatçı, Picasso, Miro, Giacometti gibi büyük ustalarla aynı dönemlerde üretir; Sartre, Camus, Char gibi edebiyatçılardan esinlenerek yazar, resimlerinde ve yazılarında büyükbabası Prétextat ve doğduğu İstanbul’un izlerini sürerek köklerini arar.

ESERLERİ

Portreler: Kayıp anıların peşinde

Yaratıcılığın kaynağını belleği olarak gören Mario Prassinos’un kariyerinde portreler özel bir yere sahip. Zira sanatçı birinin resmini yapmak için fiziksel benzerliği hedeflemediğini, o kişiye dair zihninde oluşan anılara gereksinim duyduğunu söyler. Hiç tanımadığı Bessie Smith’i çalışırken önce bu caz sanatçısına dair her şeyi öğrenerek kendisi için bir Bessie imajı oluşturur, sonra da bu imajı tuvale aktarır.

Sanatçının arches parşömen kâğıdı üzerine Hint mürekkebiyle oluşturduğu Alpilles serisi de serginin büyük öneme sahip eserlerinden...

1951 yılında Eyhaliéres’e yerleşen Prassinos, burada sanatıyla kendisini iç içe hisseder. Eyhaliéres’i kuşatan dağlar üzerinde derin bir iz bırakmıştır. O dağlarla o kadar bütünleşir ki, sonunda desenlerinde o körü, o sağırı, o dilsizi konuşturduğunu söyler. Kefen adlı çalışmasında ise çocukluğuna dönerek zor anımsadığı dedesinin zihninde bıraktığı izlenime yer verir.

Dedesi Prétextat Lecomte, dönemin kozmopolit Pera’sında resim ve mozaik çalışmalarının yanı sıra gazetelerde sanat yazılarıyla tanınan Alexandre Vallaury, Şeker Ahmet ve Osman Hamdi gibi entelektüelleriyle dost, renkli bir kişiliktir. Prassinos içinse öncelikle çocuk gözüyle İstanbul’daki evlerinin dekorunda canlandırdığı bir figür...

Edebiyat öğretmenliği yaparken bir yandan da resim ve fotoğrafla ilgilenen baba Lysandre Prassinos’un ise, Rum halk dilini savunan devrimci duruşu ve sonunda sürgün yaşamaya mecbur kalışı Prassinos’u etkilemiş olmasına rağmen tuvalinde bir ata figür olarak babasını resmettiğini ancak yıllar sonra itiraf eder.

Farklı teknikler farklı tasarımlar

1934’ten itibaren özellikle sürrealist yayınlarda illüstrasyonlar yapan Prassinos, 1940’larda Gallimard Yayınevinin çıkardığı La Nouvelle Revue Française (NRF) koleksiyonu için de birbirinden çarpıcı 205 kapak maketi tasarlar. Bu koleksiyonda kimler yoktur ki: Apollinaire, de Beauvoir, Breton, Camus, Faulkner, Hemingway, Kafka, Rimbaud, Sartre… Edgar Allan Poe’nun 1952 tarihli Kuzgun adlı kitabı için hazırladığı illüstrasyonlar ise kuşkusuz tüm tasarımları içinde en ilgi çekenleridir.

Düğümlerin dansı

1941’de Paris’te Villa Seurat’ya taşındıklarında Mario Prassinos’un komşuları arasında dokuma çalışmalarıyla tanınan ve kendisini yün ipliklerle tanıştıracak olan Jean Lurçat da vardı. Prassinos gibi hafızasını iyi kullanan biri için dokumalar, yüksek çözgülü halılar yeni bir oyun gibiydi. Yer yer kaligrafik ifadeler beliren dokumalarında bazen diğer eserlerinde kullandığı desenleri tekrar ediyor, bazen de Turquerie, Türk Gülü gibi verdiği isimler aracılığıyla geçmişi çağrıştıran eserler ortaya çıkarıyordu.

Türk Peyzajları ile geçmişe dönüş     

60’larda Güney Fransa ve Spetses adasında doğayla iç içe daha bireysel deneyimler kazanır. Prassinos’un sanatında en ilgi çekici temalar arasında serviler, ağaçlar ve Türk peyzajları gelir. İstanbul’daki evlerinin terasına her çıktığında gördüğü Üsküdar’daki servi korulukları ilham kaynağıdır.

Prétextat ve Pèretextat portrelerinden sonra oluşturduğu Türk Peyzajları serisi, sanatçının çocukluğuna, doğduğu yere ait, belleğindeki anıların şekillendiği, karanlık ve sessizliğin merkezinde ağaçların yer aldığı, siyah-beyaz renklerin hâkim olduğu bir görüntüler örgüsüdür. Ünlü üç ağaç eskizinde ise ressam, izleyiciye hayatın bittiği yerde, toprakta yeniden doğacak bir yaşamı işaret eder gibidir.  

Yaşamının son beş yılında yazdığı La Colline Tatouée (Dövmeli Tepe) isimli yarı biyografik yarı kurmaca kitabında ise Mario Prassinos, Pera bölgesinde, sanatla iç içe yaşayan bir ailenin çocuğu olarak geçmişi, savaş sonrası İstanbul’undan belleğinde kalan anılarını kaleme alır.

1985’te hayata veda ettiğinde 69 yaşındadır; yüz otuz kişisel sergiyi geride bırakmış, farklı tür ve tekniklerde hayli çarpıcı eserlere imza atmış özgün bir sanatçı olarak anılır dünyada. 

Pera Müzesi salıdan cumartesiye 10.00-19.00, pazar günleri ise 12.00- 18.00 saatleri arasında gezilebilir.

Müzede cuma günleri ise (18.00 – 22.00) hem uzun hem de ücretsiz!