İstediğimiz dededen başlayabilir miyiz?

Dr. Elif ULUĞ Köşe Yazısı 0 yorum
29 Haziran 2016 Çarşamba

Tarih meselelerinin güncel siyasete malzeme olmasını eleştirmekten bir adım öteye geçmek gerekiyor: Hangi olayın nasıl açıklandığının, güncel siyaseti nasıl etkilediğini göstermeye çalışmak çok daha faydalı olacak.

Son yazımda da ele aldığım, Alman Meclisi’nin geçtiğimiz günlerde aldığı soykırım kararını örnek olarak inceleyelim birlikte. Bu yasayla ilgili ağızdan çıkmayan baklalardan birinin Kafkas bölgesinin geleceği olduğunu önceki yazımızda belirtmiştik. Deutsche Welle’nin Cem Özdemir’le yaptığı röportajda laf dönüp dolaşıp buraya geliveriyor: “… Türkiye-Ermenistan sınırı açılsaydı, Dağlık Karabağ meselesinin çözümü kolaylaşacaktı, Türkiye-Ermenistan sınırında Rus askerleri olmayacaktı…” Görünen o ki, Özdemir, Almanya, AB, NATO (Artık ne derseniz deyin) Ermenistan’a uzanamazken, Rusya’nın neredeyse yerleşmiş olmasından dolayı kızgın Türkiye’ye. Kim yerleşmiş olmalıydı? Yasaya bakalım: “Almanya bu noktada AB komşuluk politikaları çerçevesinde Alman-Ermeni-Türk ilişkileri içerisindeki tarihi rolü dolayısıyla kendisinde özel bir sorumluluk görmektedir.” Bingo! Cevap AB’ymiş. Demek ki “Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan Cumhuriyeti arasındaki gerilimin azaltılması, ilişkinin normalleştirilmesi” gibi süslü laflarla asıl murat edilen, Kafkasya’da NATO’nun kendine yer açması, AB’ye de küçük de olsa bir pazar eklenivermesiymiş.

Her ülkenin kendi çıkarları doğrultusunda siyaset yürüttüğü gerçeğini bir kenara bırakıp Türkiye’den içinde olmadığı bir birliğin çıkarları için kendi haklarından feragat etmesini beklemenin getireceği hayal kırıklığının büyüklüğü aşikâr. Belki de Özdemir’e bu yüzden anlayış göstermek gerek!

Aynı röportajda Özdemir herkesi elini vicdanına koyarak (Vicdan kelimesinin içi siyasi tartışmalarda öyle boşaltıldı ki, bir tartışmada vicdan lafı geçtiği zaman irkilip iki kere düşünmek gerek) kendilerine Türkiye’nin kökeninde Enver Paşa, Talat Paşa’nın mı, yoksa sorumlu olduğu bölgenin Ermenilerini koruyan Kütahya Valisi Faik Ali Bey’in (sonradan Ozansoy) mi olduğunu kendimize sormamızı istiyor. Elhak, Özdemir “Herkes tercihini koymalı. Ben tercihimi yaptım” derken çok havalı duruyor, çok büyük bir cesaret örneğiymiş gibi intiba bırakıyor. Ama böyle bir tarih anlayışı dünyanın neresinde var Allah aşkına?

Bu ülke sınıf atladıktan sonra açık arttırmalardan kendilerine Paşa dede portresi toplayan yeni zenginlerden bolca gördü, buna alıştık artık, ama şimdi de tarihi figürlerden kendimize dede mi seçeceğiz, hepsini bir olay içinde rolleriyle beraber değerlendirmek yerine? Şüphesiz ki bu çok saçma olurdu. Demek ki bize dedelerden dede beğenmemizi salık verenlerin aslında söylemek istedikleri başka şeyler var. Çünkü seçtiğiniz dedenin kim olduğunun bugünde karşılığı var.

Son yıllarda Osmanlı tarihini bir bütün olarak ele almak yerine, birtakım figürleri tu kaka edip tüm günahı onların üzerine yığmak, sevapları da diğer aktörlerin hanesine yazmak gibi garip bir akım, medyada kendine aşırı oranda yer buldu. İslamcı siyasetten liberal ‘aydınlara’ herkesin buluştuğu nokta, “Osmanlı’da halklar barış içinde mutlu ve huzurlu yaşıyordu, ne zamanki bu İttihatçılar peydah oldu, tadımız tuzumuz kaçtı” muhabbeti oldu. Bu anlatıya göre İttihatçılar durup dururken bir yerden fırlayıp sinirle sağa sola saldıran, kimseye huzur vermeyen bir grup. Böyle bir partinin ortaya çıkışının gerekçelerini sorgulayıp açıklayanlara zaten yer yok. Çünkü amaç tarihi anlamak, bazı olayları ve tarihi kişiliklerin tavır ve tutumlarını anlamlandırmak değil; tarihi yargılayıp bugün için hükümler çıkarmak ve bazı siyasi düşüncelerin meşruiyetini kaybetmesini sağlamaktı, başarılmış gibi de gözüküyor. Bu anlamda Özdemir’in söylediklerinde yeni bir şey yok.

Buradan gelip yasaya baktığımız zaman “… dönemin Jön Türk yönetimi tarafından yapılan”, “O dönemin Jön Türk rejiminin emriyle…” gibi ifadelerle karşılaşıyoruz. Meclis suçun tespitini yapmakla kalmayıp ihaleyi de Özdemir gibi İttihat ve Terakki’nin üzerine yıkıvermiş. Meseleyi soykırım olarak değerlendirip aktörlerin rolleri üzerine kalem oynatmakta olan tarihçilerin buna bir karşılık verdiğine denk gelmedim. Çünkü rol dağılımı yapılırken Hamidiye Alayları’nın üzerinde özellikle durulur, ama iş İttihat ve Terakki’yi eleştirmeye gelince coşan cesaret, alaylara ismini veren II. Abdülhamit söz konusu olduğunda kenara çekilir ve sessizlikle karşılanır. Yasanın hiçbir yerine Jön Türklerden başka suçlanan yok, hanedana teğet bile geçilmiyor. Bu da bizi “Osmanlı suçsuz, masum, dindar; ama gel gör ki İttihatçılar zalim” ezberine götürüyor, yine, yeniden, son on yılda bıkacak kadar dinlediğimiz halde. Tüm bu anlatılanların Neo-Osmanlıcıların tarihe bakışından farkı var mı?

Tarihi bir olayı iyi adam-kötü adam ayrımı yapıp ikilikler üzerinden anlamlandırmaya çalışmak bizi yanıltır. Bu, bir bakıma, bizi yanıltmak isteyenlerin tercih edebileceği bir numara olarak da görülebilir. Ortada maç olmadığı için takım tutmanın, bir tarafın bayrağını heyecanla sallamanın ne anlamı var ne gereği. Tarihi bir olayda taraf tutup başkalarına da taraf tutmayı tavsiye ediyorsanız, muhtemelen o bugünde tuttuğunuz tarafı semboller üzerinden anlatmaya çalışıyorsunuz demektir. Bu yasa tasarısı bunun en son ve gayet güzel bir örneği oldu. Yine de kendine dede seçme meraklısı varsa, istediği dededen başlayabilir!

 

2 Yorum