Tiyatro Festivali 6: Festivalde Sevdiklerim

20. İstanbul Tiyatro Festivali 28 Mayıs’da sona erdi. En büyük tebrik ve teşekkürü tabiî ki, ilk kez yönettiği bir festivalde, seçki olsun organizasyon olsun dört dörtlük bir iş çıkaran Leman Yılmaz ve ekibi hak ediyor.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
15 Haziran 2016 Çarşamba

Bu yıl yoğun bir program yaparak toplamda 16 oyun izlemişim. Şöyle bir geriye bakarak, en çok sevdiklerimi bir kez daha anımsamak istiyorum. Tabiî ki, bunun öznel ve kişisel bir beğeni olduğunu bir kez daha belirterek.

Bence yerli / yabancı bütün yapımların en iyisi, festivalin hem açılışını, hem de son ek gösteriyle kapanışını yapan, Studio Oyuncuları’nın, Şahika Tekand’ın yönettiği Samuel Beckett’in ‘Godot’yu Beklerken’inin olağanüstü yorumuydu. Yazılışından 65 yıl sonra, metinde en ufak bir oynama yapmaksızın Şahika’nın güncel ve taptaze bir yorumla karşımıza çıkardığı bu Godot  sadece festivalin değil, önümüzdeki sezonun da en büyük tiyatro olayı olmaya namzet. Şahika, gerçekten de tiyatromuzun şahikası.

Sezonda Esat Tekand’ın zaman ve mekân belirsizliğini başarıyla veren minimalist dekorunun daha güzel ortaya çıkacağı,  izleyici / oyuncu ilişkisinin daha samimi şekilde kurulacağı, daha mahrem daha iç içe sahnelemeyle Studio Oyuncuları’nın kendi sahnesinde, tekrar karşımıza çıkacak.

Yurtdışından gelen oyunların çoğu üst düzey çalışmalardı.

Başı, İKSV’nin 20. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamındaki özel gösterisi, 20. yüzyılın en etkili Alman şair, oyun yazarı ve tiyatro yönetmeni Bertolt Brecht’in yazdığı, müziklerini Kurt Weill’in bestelemiş olduğu, ünlü ‘Die Dreigroschenoper / Üç Kuruşluk Opera’ çekiyordu. Brecht’in kendi tiyatrosu Berliner Ensemble, izleyicisini eğlendirip güldürürken, parodik yapısı ve ironik içeriğiyle düşündüren, hem ciddi hem şamatacı, hem sarkastik hem duygu dolu öyküyü, ilk sahnelenişinden 80 küsur yıl sonra, avangart tiyatronun en büyüklerinden, oyuncu, yönetmen, sahne ve ışık tasarımcısı, görsel sanatçı, tiyatro büyücüsü Robert Wilson’un taptaze yorumuyla, kabare ve revünün büyülü dünyasında sunuyordu.

Toneelhuis Antwerp ve Toneegroup Amsterdam’ın ‘Les Bienveillantes / Merhametliler’i, yazın sanatı ile görsel sanatların büyük başarı ile buluştuğu müthiş etkileyici bir tiyatro olayıydı. Oyunun yazar yönetmeni Guy Cassiers, tiyatroda alışılmadık bir iş yapıyor ve New York doğumlu Amerikan / Fransız Jonathan Littell’in 1000 sayfalık romanının teatral karşılığını araştırıyordu. Cassiers’nin dört dörtlük bir tiyatro olayına dönüştürdüğü uyarlama, üç saati aşan süresinde aksamayan, su gibi akan, müthiş etkileyici, görsel, işitsel olarak da çok çarpıcı bir gösteri oluşturuyordu.

Tarihin en korkunç insan kıyımlarından biri olan Yahudi Soykırımını, celladının ağzından anlatırken, sahnede sadece Naziler olmasına karşın, hiçbir şiddet olayına yer vermemeye özen gösterilmesi, üç saat boyunca sükûnetle izledikleri ürkünç boyut, bir süre sonra izleyicinin farkındalığını bomba gibi patlatıyordu

İran’dan Shieveh Theater Group, 1979 doğumlu genç İranlı kadın şair, sinemacı, oyuncu, tiyatro yazarı ve yönetmeni Mahin Sadri’nin devrimden iki yıl sonrasından 2013 sonlarına kadar geçen 30 yıl boyunca üç İranlı kadının gerçekten yaşadıklarından esinlenerek yazdığı ‘Han Havâyi / Her Gün Biraz Daha’, belgesel tiyatro ile kurmaca ve imgeselin başarıyla harmanlandığı şiirsel bir metindi. Tahran Tiyatro Festivali’ ve İran Tiyatro Eleştirmenliği Birliği’nden çok sayıda ödül alan, Paris’te kapalı gişe oynayan ‘Han Havâyi’de, üç İranlı kadın oyuncu, Farsçanın kendine has müziğiyle, neredeyse koreografik bir ritüel hâline getirdikleri gündelik işlerini yaparken, izleyicilerle tutkularını, acılarını, hayalleri ve mücadeleleriyle yaşamlarını ve ıstırap dolu kaderlerini paylaşıyorlardı.

Kendilerine biçilmiş olan ikincil role razı olmayan bu üç kadının, toplumun önlerine çıkardığı engelleri aşma mücadelesini, onların mahrem ve şiirsel öyküleri üzerinden irdeleyen Mahin Sadri’nin, devrimden sonraki İran toplumunun başta kadın-erkek ilişkilerinde olmak üzere tüm çelişkilerini sergileyen, son derece çarpıcı bir eleştirisi vardı.

Onderhetvel, T,Arsenaal Mechelen &Platform 0090 ortak yapımı ‘Gizli Yüz’, bizden bir öyküyü Türkiye ve Hollanda’dan gelen bir topluluğun farklı bir uzamda anlattığı ilginç bir çalışmaydı. Konsepti üstlenen ve oyunu yöneten yapımcı, tiyatrocu Mesut ArslanOrhan Pamuk’un kimlik üzerine kurulmuş gerçeküstücü ve masalsı metnini, insanın tam da uykuya dalmak üzere olduğu, düş ile gerçeğin, uyku ile uyanıklığın birbirinden ayırt edilemediği zaman ve mekânda, bazen alaca, bazen de çok daha koyu bir karanlıkta anlatıyordu.

İngiltere’nin en ünlü dört soytarısı Spymonkey’in sunduğu, ‘The Complete Deaths  / Shakespeare’in Bütün Ölümleri’, son derece eğlenceli, amiyane tabirle gerçekten de fırlama bir güldürü. Müzikleri, kendilerine has dekorlarıyla, kostümleri, video çekimleri, hiç kabalığa kaçmayan dozunda müstehcenlikleri ve bitmez tükenmez enerjileriyle dört dörtlük bir cümbüş. Soytarılık mı?  Tabiî ki. Zaten adamlar da kendilerini clown / soytarı olarak tarif ediyorlar. Şaklabanlık deyip geçmeyelim, ağlatmanın kolay, güldürmenin zor olduğu tiyatroda izleyiciyi iki buçuk saat boyunca kahkahalarla güldürmek “büyük iş”.

Misafir topluluklardan izleyemediğim International Institute of Political Murder yapımı ‘Nefret Radyosu’ için, tiyatro duygusunu birebir paylaştığım arkadaşlarımdan övgü dolu yorumlar aldığımı da ilâve edeyim.

Geldik festivalin yerli yapımlarına.

Bu yılın oyunları arasında çok ya da hiç sevmediklerim olması doğaldı. Ancak bu festival, genel beğeniyle en çok çeliştiğim festival oldu. Çoğunluğun beğenmediği kimi oyuna âşık olurken, herkesin sevdiklerinin bazısından nefret ettiğim de oldu. Bu sebeple yıllardır tanıştığım, sohbet ettiğim Ebru Nihan Celkan’la izlenimlerimizi paylaştığımda karşımda, teatral beğeni konusunda nerdeyse bir ruh ikizi bulmak bana iyi geldi.

İkimizin de genel kanısı, bu yılın yerlilerinin çoğu yabancılardan daha da iyi olduğuydu.

Yerli yapımların hemen hepsi önümüzdeki tiyatro mevsiminde sahnelenecek. Onlarla ilgili izlenimlerimi ayrıntılı olarak yazacağım. Yine de çok sevdiklerim hakkında bir iki söz etmek isterim.

ikincikat, ilk kez, dekoru, kostümleri ve müziğiyle, hem de ödenekli ve/veya maddî sorunu olmayan birçok tiyatroyu kıskandıracak kadar başarılı bir prodüksiyonla bir kostümlü dönem oyunu, Sarah Ruhl’un  ‘In the Next Room or The Vibrator Play / Yan Odada ya da Vibratör Oyunu’ nu Türkiye’de ilk kez festivalde sahneledi. ‘Vibratör Oyunu’, elektriğin gücünün yeni yeni keşfedildiği 1880’li yıllarda, kadınların orgazm olmasını sağlayarak ‘histeri’ hastalığını tedavide kullanılan ‘vibratör’ün geçmişiyle ilgili, tutku, aşk ve orgazm üzerine kışkırtıcı, çekici ve eğlenceli bir oyun.

Ebru Nihan Celkan’la benim favori oyunumuz, biriken’in yazıp yönettiği, geceden; gecenin sırrı ve ifşayı birlikte taşıyabilmesinden esinlenen yeni oyunu ‘Kıyamete Kadar Kapattım Kalbimi’, çok başarılı bir deneysel tiyatro örneği. Özellikle cinselliğe dürüst ve komplekssiz bakışı, ‘hizmetliler’in Genet’yi kısırlaştıran tavrından sonra ilâç gibi geliyordu.

Şermola’nın, Mîrza Metin’in yazdığı ve Berfîn Zenderlioğlu ile birlikte yönettiği yeni müzikli oyunu ‘SERENCAMA QIJIKAN / KARGALAR’, bence Mîrza’nın ‘Disko 5 No’lu’dan beri yazdığı en politik metin. Ve meramını bağırıp çağırmadan, slogan atmadan, alçak sesle içire içire anlatışıyla hem bir politik tiyatro dersi, hem de bir distopyanın içinde bile umudun bulunabileceğine, gidenlerin virane kente elbet döneceğine olan inancıyla barışçıl bir oyun. Kalabalık bir oyuncu kadrosuyla sahnelenen dört dörtlük bir seyirlik…

Gülce Uğurlu’nun yazıp yönettiği Ev’vel Zaman’, farklı ve son derece ilginç bir anlatımla günümüzün önemli bir sorununa ‘kentsel dönüşüm’e eleştirel bir bakış.

Yeşim Özsoy’un yazıp yönettiği, titizlikle kurulmuş yapısıyla, oyun yazarlığı alanına da özgün bir açılım getiren ‘Yaşlı Çocuk’, hayatlarının henüz başında hayata veda eden çocukların geride bıraktıklarından yola çıkan bir metin. Bodrum üzerinden Kanada’ya gitme çabası ölümle sonuçlanarak cesedi Ege sahiline vuran üç yaşındaki Alan Kurdî, Gazze’de çocuk parkına düşen bombayla ölen sekiz çocuktan sekiz yaşındaki Jamal Salih I’lyan, Cizre’de çatışma sırasında evinin önünde kurşunlara maruz kalan, sokağa çıkma yasağından dolayı cesedi derin dondurucuda saklanan on yaşındaki Cemile Çağırga ve Ankara’daki barış mitingi sırasındaki bombalamada babasıyla hayatını kaybeden dokuz yaşındaki Veysel Deniz Atılgan’ın hayatlarından yola çıkan oyun, onlara bir oyun boyunca da olsa yaşam hakkı tanıyor.

Bunlar festivalde beğendiğim oyunlardı. Hayal kırıklığına uğratanları soracaksanız, onları da haftaya ele alacağım. Hepinize iyi seyirler dilerim.

 

*********************************