Sevmek ve sevilmek

Estreya Seval VALİ Köşe Yazısı
11 Mayıs 2016 Çarşamba

Aşk nedir sevgili okurlar? Şiirsel bir tanım yapacak olursam, aşk, betonu delip geçen bir yeşillik, yabani bir çiçektir. Koparırsınız, yine çıkar. Niye koparırsınız, onu bilemeyeceğim.

Aşk, kusurlara ve uyumsuzluklara rağmen oluşan ve hissedilen kimyasal bir reaksiyondur ve ne yazık ki belli bir süre sonra sona erer. Aşk, bu reaksiyon karşılıklı olduğu takdirde aşktır. Yoksa karasevda ya da platonik olarak kalmaya mahkûmdur.

Aşka engel olmak mümkün müdür? Kesinlikle evet. Reaksiyon daha meydana gelmeden, bir şeyler olacağını duyumsadığınız an, eğer ilişki size ve ailenize, çevrenize, topluma tamamen tersse, kaçıp kurtulursunuz. Mensup olduğum neslin büyük kısmı, kan uyuşmazlığına (!) karşı beraberliklerden, bu şekilde uzak durdu. Sonra sözde bir özgürlük dönemi başladı ve gençler, daha önce uğradıkları düş kırıklıklarını bahane ederek ve topluma adeta meydan okuyarak tabuları yıkarak uyumsuz ilişkilere yeşil ışık yaktı.

Buna karşılık sevgi, ortada bir aşk olsa da, olmasa da var olan bir duygudur. Gerçek aşklar bile, ne kadar çabuk tüketildiklerine bağlı olarak, zamanla sevgiye dönüşür. Sevgi, çok büyük bir darbe yemedikçe, kalıcıdır. Sevgi, ölümü bile kendine engel olarak görmez. Bu dünyadan daha iyi bir âleme göç etmiş olanları, hâlâ yanınızdaymış gibi sevmeye devam edebilirsiniz. Tabi ki, sağlıklı bir sevgiden söz ediyorum. Hatırlarsınız, anısını yaşatırsınız, mutlu günleriniz aklınıza gelir, birkaç damla gözyaşı dökersiniz, dualarınızı esirgemezsiniz… Anneciğimin son aylarında (yakında gideceğini bilmeden) hep göğsüne yatar, birkaç ay öncesinde uğradığım büyük kaybın acısını hafifletmeye çalışırdım. İyi ki öyle yapmışım. İyi ki ellerini tutmuş, kalbinin atışını dinlemişim. Bayramlar, giden sevdiklerimizin en çok anımsandığı anlardır. Bazen etrafımda muhteşem güzel bir koku hisseder, buna cennet kokusu derim ve inanırım ki kaybettiğim en sevdiklerim o an yanıma geldi.

Yahudilik mezarlık ziyaretlerini gidenlerin ölüm yıldönümleri ve Roş Aşana ile Kipur arasındaki dönemle kısıtlar. Nasıl daha önce yazdığım gibi zamansız aşkava atılmazsa, zamansız ziyaretler de onay görmez, hatta rahatsızlık verir. Mezara çiçek koymak geleneğimizde hiç yoktur. Geldiğimizi göstermek için kabrin üstüne küçük bir taş bırakırız. Nedenini başka bir yazıda ele alacağım inşallah.

Neyse, gelelim yaşayanlar arasındaki sevgiye. Bazı sevgiler, aile bireyleri arasındakiler gibi, doğaldır. Ancak insan kalbi arsızdır. Aile ile yetinmez, arkadaşlıklar sonra da kendi ailesini kurmak ve etrafındaki herkes tarafından sevilmek ister. İyi de, sevgi ısmarlama olmaz ki!

Kendi doğurdukları çocukları yeterince sevmeyen, onlar için fedakârlık yapmak istemeyen, evlatları arasında ayrım yapan ebeveynler biliyorum. Meşhur bir sanatçı, gülerek, annesinin şu sözlerini aktarırdı: “Seni doğurdum diye seni sevmek zorunda mıyım?”

Ne yazık ki, sevgisiz insanlar tanıdım. Doğayı sevdiler, açık havada olmayı, gezmeyi, günlerini gün etmeyi sevdiler ancak yakınlarını hiç diyemeyeceğim ama pek sevmediler. Bir de sevilebilmek için türlü özverilerde bulunan, ha bire armağanlar verenler gördüm. Maalesef sevmek, karşılığını görmenin garantisi değil. Siz seviyorsunuz diye, kimse sizi sevmeye de mecbur değil.

Kalbimizin sadece ılık duygular hissettiği kişileri düşünelim. Sürekli üzerimize düşmeleri sonunda canımızı sıkmaz mı? Ne yazıktır ki, ihtiyaç duyduğumuzda aklımıza geliverirler. “Filancaya başvurayım. O beni sever.” Peki, sen onu sever misin? Neden sadece ihtiyacın olduğunda hatırlarsın onu?

Meşhur şarkı geldi aklıma: Seni uzaktan sevmek, aşkların en güzeli. Şair haklı olmalı.   Seveceksek, karşılıksız ve son yirmi sene kadardır popüler olan tabirle, koşulsuz sevmeliyiz. Kendimizi sevdirmeye çabalamamalıyız çünkü zorla güzellik olmaz. Kaldıramayacağımız yüklerin altına girmemeliyiz. Neden biliyor musunuz? Sevgi kırılgandır. Bir affeder, iki affeder ama sonunda gemileri yakar.

Sevmek, tıpkı sevilmek gibi insana mutluluk ve özgüven verir, dünyaya farklı ve iyimser bir gözle bakmasını sağlar. Büyüklerimizin bir lafı vardı: Va ande te keren i no ande te aroncan. Seni ittikleri yere değil, istedikleri, sevdikleri yerlere git. Sanırım bütün bu yazının özeti bu olmalı. Ne varsa eskilerde var zaten. Sevgili Eddi Anter’in geçenlerde belirttiği gibi, söylenecek ve yazılacak ne varsa söylendi ve yazıldı. Benim de eklediğim gibi, artık farklı olmak, aynı şeyleri değişik bir şekilde yazmak gerekiyor.

Sevin ama köle olmayın. Sevileceğim diye boşa ödünler vermeyin sevgili okurlar. Bizi en iyi Aşem sever. Köle olacaksak, Ona olalım. O bizden, Tora’ya uymamızdan başka bir şey beklemiyor. Tora’ya uygun yaşayalım ve mutlu olalım. Bu bahar Aşem’e âşık olalım sevgili okurlar, ne dersiniz?