Tiyatro Festivali’ne olağanüstü açılış: Şahika ile Godot’yu Beklemek

“Hadi gidelim. Gidemeyiz. Neden? Godot’yu bekliyoruz. Haa…”

Erdoğan MİTRANİ Sanat
11 Mayıs 2016 Çarşamba

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, ilk kez 1989’da uluslararası nitelikte bir tiyatro festivaline öncülük etti. Yabancı dildeki oyunların simültane çevirisinin seyircilere verilen kulaklıklar aracılığıyla aktarıldığı ilk yıllarında, festival aralıksız her yıl mayıs ayında yapılıyordu.

Ekonomik krizin de etkisiyle 2001 yılının boş geçmesinin ardından 2002’den itibaren İstanbul Bienali ile dönüşümlü olarak iki yılda bir yapılıyor.

Bu yıl yirmincisini kutladığımız İstanbul Tiyatro Festivali, aynen tiyatronun kendisi gibi, başlangıcından günümüze her daim gelişen, yenilenen, evrilen bir etkinlik olmuş. Tabii ki, yabancı dildeki oyunlar artık üst yazı ile izleniyor.

Dikmen Gürün önderliğindeki festival, 2004’ten itibaren ‘Genç Tiyatro’ bölümü oluşturmuş, 2006’da ‘4. Tiyatro Olimpiyatları’na ev sahipliği yapmış, Akdeniz Festivalleri Birliği Kadmos’un kurucularından biri olmuş, Robert Wilson, Pina Bausch, Thomas Ostermeier gibi efsanevi tiyatrocuları İstanbul izleyicisiyle tanıştırmış.

Farklı kültürler ve ülkeler arasında sanatsal anlamda kesişmelerin, benzerliklerin ve ayrılıkların altını çizmek amacını güden festival uzun süredir ortak yapımlara ağırlık vererek bu anlamda yöneldiği alanları genişletiyor. Festivalin bu bağlamda hayata geçirdiği önemli çalışmalardan bugün hâlâ dünyayı dolaşmayı sürdüren “nefes”,  Tanztheater Wuppertal Pina Bausch ile 2003 yılında özel proje olarak gerçekleştirilmişti. 3 Mayıs’ta başlayarak 28 Mayıs tarihine kadar devam edecek olan 20. İstanbul Tiyatro Festivali’nin, yurtdışından dokuz, Türkiye’den 23 oyun, dans ve performanstan oluşan programının dört uluslararası ve dokuz yerli yapımına festival ortak yapımcı olarak katılıyor.

Hemen her yıl yeni bir bölüme yer veren Dikmen Gürün, yıllardır kendini tekrarlamanın ötesine gitmezken ‘derme çatma’ ya da ‘ikinci lig’ diye küçümseyenlerin aksine, İstanbul’da tiyatronun hasını yapan gençlere festivalde her zaman yer vermiş, 18. festivalden beri onlar için ‘Yeni Dalga’ bölümünü oluşturmuştur.

Kendisi de başlı başına bir tiyatro efsanesi olan, festivalin 1993’ten beri direktörü olan Gürün Hoca, bu yıl bayrağı, 2004’ten beri tiyatro festivalinin direktör yardımcısı olan BGST kurucularından eski öğrencisi Leman Yılmaz’a devretti. Festivalin programı ve ilk gecenin kusursuz organizasyonu emanetin çok emin ellerde olduğunun kanıtı.

 

BİN KİŞİLİK AÇILIŞ

20. İstanbul Tiyatro Festivali’nin açılışı, 3 Mayıs Salı gecesi, bu vesile ile mekânın da ilk kez hizmete girdiği UNIQ Hall performans merkezinin 1150 kişilik dopdolu büyük salonunda, Studio Oyuncuları ile İstanbul Tiyatro Festivali, Toneelhuis, Platform 0090 ortak yapımı ‘Godot’yu Beklerken’le yapıldı.

İrlandalı Samuel Beckett, Rumen bir baba ve Fransız bir annenin oğlu olan Eugene Ionesco ile birlikte, Absürd Tiyatro’nun babası kabul edilir.

Öncelikle Absürd Tiyatro kavramına açıklık getirmekte fayda var. Absürd Tiyatro, saçmalığın ve anlamsızlığın tiyatrosu değildir. İzleyiciyi, klasik mantığın ve anlam kavramının, bildik dünya görüşünün dışına çıkarak, olaylara ya da nesnelere farklı, değişik, kimi zaman ters anlamlı olarak bakmaya çağıran, zorlayıcı, ama bir o kadar da heyecan verici bir tiyatrodur.

Beckett, Godot'yu Beklerken’i 1949’da Fransızca, ‘En Attendant Godot’ adıyla yazmış, 1954 yılında bazı değişikliklerle İngilizceye çevirmişti. Bu ‘avangard’ metin, hızla klasikleşerek, 20. yüzyılın en önemli oyunlarından biri olarak kabul görmüş, ilk kez 1953’te Paris’te sahnelenmesinden sonra dünyanın her yerinde çok kez sahneye konmuştu. Türkiye'de 1954 yılında İstanbul'da Küçük Sahne Tiyatrosu tarafından, Şükran Güngör, Cahit Irgat, Agâh Hün ve Kamran Yüce’nin oluşturduğu efsane kadro ile oynanmış olan ‘Godot’, 1963’te de Ankara Sanat Tiyatrosu’nun sahneye koyduğu ilk oyun olmuştu.

Belli olmayan bir zaman ve mekânda ıssız bir arazideki çıplak bir ağacın altında / yanında oyunun iki ana karakteri, Vladimir ve Estragon, Godot’yu beklemektedirler. Godot gelmez. Bir ara, sonradan arazinin sahibi olduğunu söyleyen Pozzo ile pazarda satmak niyetinde olduğu gönüllü kölesi Lucky gelip geçerler. Akşam olur, bir çocuk gelerek Godot’nun bugün değil ama yarın mutlaka geleceğini söyler. Akşam olur.

Vladimir hariç kimsenin bir önceki günkü olayları hatırlamadığı ertesi gün, her şey sil baştan, kimi farklı ayrıntılarla tekrarlanır. Pozzo bu kez kördür ve Lucky’ye bağımlıdır. Akşama doğru yine çocuk gelerek Godot’nun gelmeyeceğini söyler. Akşam olur.

Godot'yu Beklerken’in 65 yıl sonra güncel ve taptaze kalmasının sebebi, karakterler arasında geçen, zekice olmayan, sıradan, gereksiz ve saçma olarak nitelendirilebilecek konuşmaların asla anlamsız olmayışları, izleyicinin bu muğlak sözlerden istediği anlamı çıkarabilmesidir.

Bu yüzden, özellikle Godot’nun kim olduğu hakkında sayısız yorumlar yapılmıştı. İnançlı için Godot Tanrı, inançsız için Tanrı’nın yokluğuydu. İyimser için umudu ve sevgiyi, varoluşçu için geleceği ya da ölümü simgeliyordu. Marxist, Pozzo’da Lucky’de proletaryanın boyun eğmesini ve kapitalizmin tiranlarını görürken, Freud’cu psikanalist için Estragon ‘id’i, Vladimir’se ‘ben’i temsil ediyordu. Bütün bu anlam arama kargaşasından sabrı taşan Yeni Roman’ın yaratıcısı Alain Robbe-Grillet  “Godot oyunda Vladimir ile Estragon'un bekledikleri ve gelmeyen kişidir” diyerek noktayı koyuyordu. Haklı olan Robbe-Grillet idi. Çünkü her türlü simgeden nefret eden Beckett için tiyatro, sahnede ne görüyorsanız, sadece onu göstermektedir.

Tabii ki, modern dünyanın varoluşsal kötü durumunu, insanlığın anlamlı bir şeyleri bekleyişini, ama bu şeyin ne zaman geleceğini, gelip gelmeyeceğini veya onun ne olduğunun bilinmeyişini ele almasıyla Godot'yu Beklerken’in absürd kavramını aşan gerçekçi bir oyun olduğu da söylenebilir.

Oyunu bu kez, 1990’da Samuel Beckett’le başladıkları serüvenlerini, 2016’da, yazarın bu en önemli tiyatro metinlerinden biri ile sürdüren Studio Oyuncuları’nın, Şahika Tekand’ın yönettiği olağanüstü yorumundan izledik.

20. İstanbul Tiyatro Festivali’nin üç onur ödülünden biri, 1959’da doğmuş olan yazar, oyuncu, yönetmen, eğitmen Şahika Tekand’a verildi.

Şahika Tekand, 1990'da eşi Esat Tekand'la birlikte adını Studio Oyuncuları olarak koyduğu toplulukta, bugüne dek kendi yazdığı yedi oyun dâhil olmak üzere, oynadığı ve yönettiği çok sayıda oyun ve performans sergilemiş. Gösteri sanatlarında, özellikle de oyunculuk sanatında ‘çağdaş olan’ın araştırılması ve uygulanması ilkesiyle yola çıkan topluluk, yurtiçi ve yurtdışında pek çok uluslararası festivale davet edilmiş, Avrupa’nın en dikkat çeken tiyatrolarının arasına girmiş. Tekand, yirmi yıllık çalışma sonucunda geliştirdiği ve ‘Performatif Sahneleme ve Oyunculuk Yöntemi’ adını verdiği sistemle çok sayıda oyuncu yetiştirmiş. Aslında hiçbir ödül, yetiştirmiş olduğu ve yetiştirmeye devam ettiği öğrencilerle tiyatromuza yapmış olduğu hizmeti karşılayamaz.

Studio Oyuncuları’nın web sitesinde Godot'yu Beklerken’in bu son sahnelenmesiyle ilgili yorumlar şöyle:

“Yönetmen, Performatif Sahneleme ve Oyunculuk Yöntemi ile sahneye koyduğu oyunda beklemek eylemi ve beklenti, umut etmek ve umutsuzluk, var olma arzusu ve var olmaya mahkûmiyet kavramlarını, doğuşla vaat edilen geleceğin sonluluğunun yarattığı akıldışılık ve bunu akla uygun kılmak üzere verilen çaresiz uğraşı ifade eden bir ‘oyun /game’ düzeni kuruyor.

Metinsel ve performatif olanın çelişkisinin yarattığı dinamizmden yola çıkan Tekand, yönetmen/yazar, oyuncu/oyun, aktör/rol kişisi, sahne/ soyut mekân ikiliklerinin süperpoze şekilde var olabilecekleri ve Beckett’in metninde var olan durağanlık, hareketsizlik ve monotoni  unsurlarını birer performatif neden ve zorunluluk haline getiren bir tasarımla teatral gösteriyi bu “oyun” üzerine oturtuyor.

Tekrarlar, organik ve organik olmayan hareket düzenlerinin çelişmesiyle ortaya çıkan aritmi, oyunda şimdiki zamanın akışkanlığını ve değişkenliğini fiilen işitilir, görülür ve fark edilir kılıyor.

Dilin müziğinin hareketin müziğini, hareketin müziğinin de dilin müziğini yarattığı, oyun alanı, oyun süresi, oyun ışığı, oyun zili gibi sahne  unsurlarının da tıpkı oyuncu, konuşma düzeni gibi doğrudan hem oyun düzenine hem de teatral anlatıma katıldığı, sahne üzerinde olup biten her şeyi şimdiki zamanda var, mümkün, gerçek  ve zorunlu kılan eğlenceli bir oyun ve seyir süreci yaratmayı amaçlıyor.”

 

BENZERSİZ BİR ÇALIŞMA

Şahika Tekand, yönettiği, ışık ve ses tasarımını üstlendiği Godot'yu Beklerken’in Cem Bender, Sedat Kalkavan, Yiğit Özşener, Onur Berk Arslanoğlu, Mehmet Okuroğlu’dan oluşan kadrosundan Performatif Sahneleme ve Oyunculuk Yöntemi’yle neler yapılabileceğini gösteren müthiş bir toplu oyunculuk elde ediyor. Çok hızlı konuşulan repliklerde bile tek bir sözcüğün kaybolmadığı, ses, beden ve hareket düzeninin soluk soluğa izlendiği benzersiz bir çalışma.

Kusursuz oyunculuklarda kimsenin öne çıkması mümkün değil ama, İş Oyuncuları’nda ‘12. Gece’ ve ‘Bahar Noktası’ oyunlarında çok etkilenmiş olduğum Onur Berk Arslanoğlu’yu karşımda Lucky olarak bulmak hoş bir sürpriz oldu. Genç oyuncu ‘düşünce eylemi’ sonrasında, üstelik oyun arasında, hak edilmiş uzun bir alkış aldı.

Son yıllarda tiyatro adına yapılmış en önemli çalışmalardan biri. Kaçırdık diye üzülmeyin. Önümüzdeki tiyatro mevsiminde Nişantaşı, Valikonağı Caddesi, Akkirmanlı Sokak, 30/38 numaradaki kendi yerinde sahnelenecek. Aslında kendi mekânının sahnesinde hem Esat Tekand’ın zaman ve mekân belirsizliğini başarıyla veren minimalist dekoru daha güzel ortaya çıkacak, UNIQ Hall boyutlarının gerektirdiği kulak mikrofonları da kullanılmayacağından bir izleyici/oyuncu ilişkisi daha samimi şekilde kurulacak.

Hepinize iyi seyirler dilerim.