Ortadoğu’da ‘Reset’in faturası Müslüman Kardeşlere

Selin NASİ Köşe Yazısı
4 Mayıs 2016 Çarşamba

Dış politikada Riyad-Ankara yakınlaşması, özellikle Suudi arabuluculuğunda bölgedeki diğer ülkelerle ilişkilerin yeniden tesisi, Ankara’yı bir zamanlar cansiperane savunduğu Müslüman Kardeşler’e yönelik daha dengeli ve mesafeli bir konum geliştirmeye itiyor.

 

Arap Baharı olarak nitelediğimiz özgürlük ve değişim dalgasını yönetme fikriyle yola çıkan Türkiye, Ortadoğu politikasının omurgasını ideolojik yakınlık beslediği Müslüman Kardeşler hareketinin iktidarını desteklemek üzerine kurmuştu. Yalnızca Mısır’daki Muhammed Mursi iktidarıyla sınırlı olmayıp, Tunus, Libya ve Suriye’yi de kapsayan bu siyaset Türkiye’yi Katar ile yakınlaştırırken, statüko yanlısı Suudi Arabistan’la arasının açılmasına sebep oldu. Dahası, dış politika çizgisinin değişen koşullara adapte edilememesi Türkiye’yi bölgede giderek yalnızlaştırdı. 

2013 yazında Mursi’nin askeri darbe ile iktidardan inmesiyle rüzgar terse döndü. 

Geçen zaman zarfında, Suudi Arabistan bölgeye pompaladığı para sayesinde değişim çarkını bir nebze durdurmayı başardı. Körfez İşbirliği Teşkilatı’nın 2014 Mart’ında yapılacak toplantılarını Doha’dan Riyad’a aldırarak, Katar’ın bileğini masaya yatırdığı gibi, bölgede asıl sözü geçen aktörün kendisi olduğunu da kanıtladı. 

Zaman içinde ABD ile İran arasındaki nükleer müzakereler, Suriye’de Işid’in ortaya çıkışı, Yemen sorununun derinleşmesi gibi dış faktörler Müslüman Kardeşler üzerinden yaşanan anlaşmazlıkları arka plana iterken, Suudi Arabistan’daki taht değişimi de Ankara  ile Riyad arasında işbirliği için yeni bir fırsat doğurdu. 

Bu anlamda Mart 2015’te Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Riyad ziyareti bir dönüm noktasıydı. Aynı tarihlerde Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi’nin de Riyad’da olması Kral Selman’ın iki ülke arasında arabuluculuk ettiği şeklinde yorumlansa da Mısır ile buzların kırılmasına yetmedi. 

Ekonomik ve kültürel boyutta gelişen Riyad-Ankara ilişkilerinin askeri ayağı, Suriye’de muhaliflere destek üzerinden sürerken, Türkiye’nin Suudi önderliğinde oluşturulan İslam Ordusu projesine katılımıyla iyice pekişti ve hatta Suriye’de olası bir askeri operasyona destek amacıyla ilk kez Suudi savaş uçakları İncirlik’e konuşlandı.

 

Bölgede İran’ın yükselişini ortak tehdit olarak gören başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleriyle İsrail’in yakınlaşması, bölgesel yalnızlığını aşmak isteyen Türkiye’nin de İsrail ile ilişkileri düzeltmesine fırsat sundu. 

Halihazırda müzakereler kabaca Gazze’deki ambargo ve Hamas’ın Türkiye’deki resmi faaliyetlerinin sonlandırılması konusundaki pazarlıklara takılmış görünse de anlaşma eli kulağında. 

Bu bağlamda, Türkiye’de ikamet eden Hamas yöneticisi Salih Aruri’nin 2015 sonunda sessiz sedasız sınır dışı edildiğini hatırlayalım. 

Türkiye-İsrail müzakere sürecine paralel olarak devam eden Mısır-Hamas uzlaşması belki de Türkiye’nin hem İsrail hem de reset’in üçüncü ayağı olan Mısır ile ilişkilerini yola koymasına katkıda bulunabilir.

 

Sisi hükümeti Müslüman Kardeşler örgütünün Filistin kolu olarak kabul ettiği Hamas’ı, Sina’da Işid’e biat eden Sina Vilayeti örgütünün terör saldırılarına destek vermekle suçluyor. Ayrıca geçen sene  Baş savcı Hisham Barakat’a düzenlenen suikast planının arkasında Hamas’ın Türkiye ofisinin olduğunu iddia ediyor.

 

Buna rağmen, Mısır, Hamas Müslüman Kardeşlerle bağlarını kesip, Gazze sınırından Sina’ya militan geçişlerini, silah kaçakçılığını engelleyecek önlemler aldığı takdirde Rafah sınır kapısını açmaya sıcak bakıyor.

 

Geçtiğimiz günlerde Hamas’ın Mısır sınırına güvenliği sağlamak amacıyla 300 kadar asker yığması, -taktiksel bir hamle şüphesini saklı tutmakla beraber- Mısır ile ilişkilerinin düzelebileceği yönünde bir işaret de sayılabilir.

 

Hatırlanacağı üzere, Mısır’ın Mursi darbesi ardından Rafah sınır kapısını kapaması ve ilerleyen dönemde Hamas’ın kaçakçılık için kullandığı tünelleri su ile doldurması Gazze üzerinde ambargonun etkisini katlamıştı. 

Mısır ile köprüleri tekrar kurmak amacıyla Müslüman Kardeşler ile arasına mesafe koymaya çalışan Hamas’ın Katar’da yaşayan sözcüsü Hüssam Badran’ın: “Müslüman Kardeşler ile aynı ideolojik okuldan gelsek de biz Filistin kurtuluş hareketiyiz, bizim kararlarımız kendi danışma kurullarımız ve Hamas liderliğinden gelir,” şeklindeki beyanatları çıkarların ideolojiye ağır basabileceğini gösteriyor.

 

Aynı şeyi Mısır-Türkiye ilişkileri için de söylemek mümkün mü? 

Doğrusu, geçtiğimiz ay, Mısır’ın dışişleri bakanı seviyesinde katıldığı İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi’nden beklenildiği şekilde bir yakınlaşma doğmadı. Ancak zirve boyunca ne resmi retorik ne de kamuoyunda Rabia söylemine rastlamamış olmamız Ankara’nın da daha realist bir siyasete dümen kırdığının göstergesi sayılabilir. D-8 Sanayi Bakanları Zirvesi için Mısır’a gidecek Türk heyetinin girişimleri de bu açıdan değerlendirilmeli.

 

Keza, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun geçtiğimiz hafta gerçekleştirdiği Abu Dabi ziyareti sonrası Birleşik Arap Emirlikleri’nin Ankara’ya iki yıl aradan sonra büyükelçi yollama kararı da dış politikada revizyonun bir başka neticesi.

 

Büyük ihtimalle bu konular geçtiğimiz hafta Hamas büro şefi Halid Meşal ile önce Ankara’da daha sonra Katar’da gerçekleşen görüşmeler çerçevesinde ele alınmıştır.

 

Son tahlilde, AK Parti hükümeti, Müslüman Kardeşler hareketine iç siyasetteki dengeler sebebiyle açıkça sırtını dönemeyecek olsa da; konjonktür Ankara’yı değerler üzerine kurulu değil, çıkar temelli, gerçekçi ve dengeli bir dış politika izlemeye teşvik ediyor.