Kronik: Yaklaşan ölüm temalı dram

Meksikalı genç sinemacı Michel Franco’ya Cannes’de En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandıran ‘KRONİK’ vizyonda

Viktor APALAÇİ Sanat
4 Mayıs 2016 Çarşamba

‘CRONIC’

Yön. Ve sen: Michael Franco

Gör: Yves Cape

Kurgu: M. Franco-Julio C. Perez

Ses: Frank Gaeta

Oyun: Tim Roth, Bitsie Tullach, Claire Von der Boam, Tate Ellington, Sarah Sutherland.

Kişisel tecrübesinden yola çıkarak yazdığı senaryoda, ölüme yaklaşan hastalara bakmayı meslek edinmiş bir erkek hasta bakıcının öyküsünü anlatan M. Franco, Haneke’nin ‘Aşk’ filminin Meksika versiyonunu yapmış. Evliliğini sürdürememiş, aile hayatını dinamitlemiş, arkadaşsız, asosyal David, hastalarına karşı son derece şefkatli, fedakâr ve mükemmel bir hasta bakıcı modelidir. Ömrünü kendisine ihtiyaç duyan ölümcül hastalara adayan David’i, Tim Roth mükemmel bir performansla canlandırıyor. Üç dalda Oscar adayı ‘Brooklyn’ edebiyat – sinema işbirliğinin başarılı bir örneği. Belçika’dan gelme ‘Yeni Ahit’ zekâ parıltılı, ironik, düşündürücü, hınzır ve özgün bir fantazi.

S

on Cannes Film Festivalinde ‘Kronik/Chronic’ ile En İyi Senaryo Ödülü’nü kazanan Michael Franco, adeta Michael Haneke’nin ‘Aşk’ filminin Meksika versiyonunu yapmış. 1979 Mexico City doğumlu Franco, ölüme yaklaşan hastalara bakmayı meslek edinmiş bir erkek hasta bakıcının, yüreklere hitap eden öyküsünü anlatıyor.

Cannes’a ikinci gelişinde ‘Lucia’dan Sonra’ ile ‘Belirli bir Bakış’ bölümünde En İyi Film Ödülünü 2012’de kazanan genç yönetmen, yaklaşan ölüm ve ötenazi gibi ele alınması zor konuları, mükemmel işleyen bir senaryo eşliğinde ele alıyor.

Geçen yıl Cannes’da ödülü elinde yaptığı basın konferansında Michael Franco, senaryoyu yazarken, üç yıl önce büyükannesinin hastalığı sırasında yaşadığı tecrübeden ilham aldığını söyledi:

“Yarı vücudu felçli yatan büyükannem, hiçbirimizin veremediği yardımı hastabakıcısından görmüştü. Kendisini yediren, yıkayan, tüm ihtiyaçlarını karşılayan bu yabancı kadına kendisi çok bağlanmıştı. Ölümünden sonra, yeni bir işe başlamasına rağmen bizi sık sık ziyarete geldiğinde, matemimizi paylaştığına tanık olduk. 20 yıldır aynı mesleği sürdüren bu kadın, ölüm ve matemle iç içe yaşamaktan depresyona girdiğini anlattı. Buna rağmen meslek değiştirmeyi reddetti. Hastası ölür ölmez yeni bir hastanın yanında işe koyulup yaşama sevincini sürdürebildiğini anlattı.”

Evliliğini sürdürememiş, aile hayatını dinamitlemiş David (Tim Roth) hastalarına karşı son derece şefkatli, fedakâr ve mükemmel bir hastabakıcı modelidir. Filmin açılış sekansında, iskelete dönmüş orta yaşlı bir kadının tüm ihtiyaçlarını karşılayan, kendisine sevgi ve şefkat gösteren David’i tanımakla başlıyoruz. Kadının akrabası olduğunu düşündüğümüz bu müşfik ve çalışkan bir adamın hastabakıcı olduğunu öğreniyoruz.

Kadın ölünce, David ailesinin bakmakta zorlandığı ünlü bir mimarın yanında işe başlar. Bilgisayarında porno izlemekten hoşlanan adamın bu isteğine karşı koyamayan David’in başı derde girer. Ailesi kendisine cinsel tacizde bulunmasıyla suçlayıp dava açar.

Çalıştığı şirketten kovulup, kemoterapi tedavisi gören bir kadının yanında çalışan David’in başı dertten kurtulmaz. Acılarından kurtulması için kadın David’den ötenazi yapmasını ister. Kadına acıdığı için bu isteğini yerine getiren David kimdir?

Özel hayatında etkisiz, başarısız, arkadaşsız yalnız bir insandır. Ömrünü kendisine ihtiyaç duyan ölümcül hastalarına adamıştır. Bir bakımevinde, ölüm döşeğindeki hastalarla ilgilenen bir erkek hemşirenin portresini çizen ‘Kronik’; zorlu, talepkâr mesleği gereği bir yandan hastalarıyla yakınlaşmak zorunda kalırken bir yandan da duygusal açıdan tükenmekte olan David’i anlatıyor.

Tim Roth’un oynadığı ve izleyiciyi hayretler içinde bırakan bu hastabakıcı rolü, yaşanmış bir olaydan alındığı için, gerçekçi ve inandırıcı bir dille anlatılmış. Senaryonun kurgusu da çok iyi dizayn edilmiş.

İlk kez, Tarantino’nun ‘Reservoir Dogs’ filminin aktörü olarak, 1992’de Cannes’da gördüğüm Tim Roth’u sayısız yarışma filminde izledim. ‘Kronik’te kendisine bir kez daha hayran oldum.

Michel Franco Cannes’da; “Üç yıl önce ödülümü elinden aldığım jüri başkanı, Tim Roth’a bu rolü teklif ettim. O karakteri adeta birlikte yarattık. Ve filmi büyükanneme ithaf ettim” dedi.

Yanında bulunan Tim Roth; “Ölümü düşünmekten kaçınırım. Ama hepimiz biliyoruz ki ölüm kaçınılmaz. Bu role hazırlanmak için gerçek hastaların yanında çalıştım, onlara son günlerini daha iyi geçirmeye çalışan hastabakıcılardan esinlendim” dedi.

Brooklyn: FIRSATLAR ÜLKESİ AMERİKA

Başrolündeki Saoirse Ronan’ın Oscar’a adaylığı ve yılın en kaliteli romantik filmlerinden biri olarak kendisinden bahsettiren ‘Brooklyn’, 46 yaşındaki İrlandalı yönetmen John Crowley’in beşinci uzun metrajlı filmi.

Ünlü romancı Colm Toibin’in aynı adlı romanından yazdığı mükemmel bir senaryoyla, bu yıl En İyi Uyarlama Senaryo dalında Nick Hornby’ye Oscar adaylığı getiren ‘Brooklyn’, En İyi Film dalının da dokuz adayından biriydi.

1950’lerde dünyanın cazibe merkezi New York’a göç eden İrlandalı genç Ellis’in (Saoirse Ronan) öyküsünü anlatan film, iyi çekilmiş, iyi oynanmış, iyi yazılmış bir aşk filmi.

Edebiyat ve sinema, 2. Dünya Savaşı sonrası, iş bulmanın zor olduğu, sosyal hayatın renksiz geçtiği, sönük Avrupa kasaba ve şehirlerinden Amerika’ya göç edenlerin başarı hikâyelerini anlatmayı pek severler.

Baskıcı ve insan düşmanı bir patroniçenin tahakkümünden bunalan Ellis, ablasının yüreklendirmesi ve kasabanın rahibinin yardımı ile ABD’ye göç etme, iş bulma imkânına kavuşunca, dul annesi ve çok sevdiği bekâr ablasını geride bırakıp, kendisini yeni dünyaya götürecek gemiye biner.

Dürüstlüğü, çalışkanlığı ve parlak zekâsı sayesinde kendini herkese sevdirir. Ne istediğini bilen, kararlı, disiplinli, kendi ayakları üzerinde durmasını bilen Ellis, New York’ta kendisine yeni bir hayat kurmayı başarır. İş saatlerinin dışında üniversiteye giderek, iyi bir muhasebe uzmanı olarak mezun olmayı başarır.

Hayatını değiştirecek yeni bir aşkı, temiz bir İtalyan genci olan Tony ile yaşar. Yıldırım nikâhı ile evlendikleri gün, ülkesinden gelen kara bir haberle sarsılır. Ablasının cenazesine katılmak için New York’tan İrlanda’ya gider.

Gel gelelim birlikte göç ettiği geçmişi onu iki ülke ve iki hayat arasında bir seçim yapmaya zorlar. İrlanda’da tanıştığı yakışıklı ve zengin bir genç kendisine evlenme teklif edince iki arada bir derede kalır.

Film, göçmenlerin yarattığı yeni dünyaya bir güzelleme niteliğinde. ‘Brooklyn’ de olabildiğine iyi, yardım sever ve naif kahramanlar var. Mutlu insanları kıskanan, habis ruhlu bir patroniçenin dışında kötü karakter yok.

Aktör bir babanın kızı olan, İrlandalı genç aktris Saoirse Ronan, kendisine bir eldiven gibi uyan Ellis rolünde harikalar yaratıyor. Kendisine İngiltere’de En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü kazandıran ‘Brooklyn’de Ronan, temiz yüzüyle, mahcubiyetiyle, naifliğiyle, pratik zekâsını göstermedeki becerisiyle pırlanta gibi parlıyor.

Özetle Amerikan rüyası ile kökleri arasında kalan duygusal bir genç kızın, umut ve kararsızlık temaları etrafında dönen, duyarlı bir aşk filmi ‘Brooklyn’.

ZEKÂ PARILTILI ÖZGÜN FİLM

İlk gösterimi Cannes’da ‘Yönetmenlerin 15 Günü’nde, bizde Filmekimi’nde yapan ‘Yeni Ahit/Le Tout Nouveau Testament’, Belçika sinemasından gelme, zekâ parıltılı, ironik, olabildiğine hınzır, provokatif, komik ve özgün bir film.

Tanrı yaşıyor, hem de Brüksel’de bir apartman dairesinde. Ama pek huysuz ve kötücül bir adam (Benoit Poelvoorde), karısı (Yolande Moreau) ile kızına (Pili Groyne) pek kötü davranan, zalim ve acımasız biri. Masum, melek yüzlü, 10 yaşındaki Ea hakkında pek az şey biliyoruz aslında. Bir gün tahammülü tükenince, isyankâr Ea babasının büyük sırrını, yani dünyada herkesin öleceği tarihi SMS’ler yollayarak ifşa eder.

Ardından da hapis hayatı yaşadığı evden kaçmayı başarıp, İsa’nın 12 havarisine ek olarak yeni havariler bularak yeni bir ahit yazmaya karar verir. Kızının çamaşır makinesinin yardımıyla kaçtığını keşfeden Tanrı, aynı yoldan dünyaya gidip Ea’nın peşine düşer.

Bu mizah ve felsefe şöleninin yaratıcısı, Belçikalı yönetmen- senaryo ve oyun yazarı Jaco Van Dormael, bizlere yaşama dair komik ve felsefi göndermelerle dolu, cesur ve çok eğlenceli bir film sunuyor. 

Bugün 59 yaşında olan Darmael, ilk filmi ‘Kahraman Toto/Toto Le Héros’ ile 1981’de Cannes’da Altın Kamera Ödülünün sahibi olmuştu. Daniel Auteuil’ün oynadığı ‘8. Gün/Le Huitieme Jour’ (1996) ile yine Cannes’da Ödül Listesine giren Dormael, ‘Bay Hiç Kimse / Mr. Nobody’ (2009) ile de tanınıyor. Belçika-Lüksemburg ortak yapımı ‘Yeni Ahit’ En İyi Yabancı Film dalında Altın Küre adayı idi.

İzleyiciyi kendine özgü uçuk, yaratıcı ve sürreel dünyası içine çeken bu fantastik komedi, düşündürücü olmayı da başarıyor. Dormael, ölüm ve hayat, iyiler ve kötüler gibi temaları, son derece zekice yazılmış bir senaryoda hınzırca eleştiriyor.

Ea’nın yeryüzünde bulduğu yeni havariler arasında, jigololarda mutluluğu arayan, zengin evli burjuva Martine (Catherine Deneuve) de var. Sonunda bir sirkte maymuna âşık oluyor.

Yaz tatili sırasında plajda gördüğü, çocukluk aşkı Alman kızını unutamayan Victor, mutsuz evliliğini karısı ve çocuğuyla sürdüren ‘nişancı’ François, Ea’nın bulduğu yeni havariler arasındadır.

Filmin anti-kahramanı, bencil, huysuz Tanrı’da Belçikalı aktör Benoit Poelvoorde, her zamanki gibi çok başarılı. Fransızların müthiş komedyeni Yolande Moreau, bu kez sessiz bir rolde gözleri ve mimikleriyle oynuyor. Dardenne Kardeşlerin ‘İki Gün, Bir Gece’sinde Marion Cotillard’ın kızını canlandıran Pili Groyne oyuncu kadrosunun en başarılısı. Filmin finalinde yer alan Charles Trenet’nin savaş yıllarında (1943) yazdığı ölümsüz şarkısı ‘La Mer’, izleyicinin salondan nostaljik tatlarla ayrılmasını sağlıyor.