Düşman olmuşuz birbirimize

Marsel RUSSO Köşe Yazısı
13 Nisan 2016 Çarşamba

Basına şöylece bakarak veya sosyal medyadaki paylaşımlar üzerinden yapılacak kısa bir gözlem aynı coğrafyayı paylaşan bizim toplum bireylerinin birbirlerinden ne kadar kopuk, birbirlerinden ne kadar habersiz, birbirlerine ne kadar uzak olduklarını ortaya koymaya yeter. Sosyal mutabakatın şartı olarak benimsenmesi gereken sevgi – saygı – güven ekseni adeta yerle bir olmuş, aynı geleceği paylaşması beklenenler arasında kapanması gittikçe zorlaşan uçurumlar oluşmuş.

İnsanlar, düşünceleri ne olursa olsun, yabancılaşmış, kendi yaşantılarında tekilleştirilmişler. Kolektif bir belleği ret eder bir duruma gelmişler. Kolektif belleği ret edenlerin kolektif bir gelecek üzerinde uzlaşı sağlamaları mümkün olmasa gerek.

Benim ve akranlarımın yıllar önce yurttaşlık dersinde öğrendiğimiz ulus olma gerekleri yerle bir olmuş. Yıllar önce bize öğretildiği şekli ile doğru vatandaş olma kavramı da artık geçerli değil. Birbirinin varlığına tahammül edemeyen bir toplum haline gelmişiz. En temel olaylarda dahi tepkileri kaba bir partizanlık düzeyine indirgeyen, her şeyi “biz ve bizden olmayanlar” şeklinde değerlendiren bir insan yığını oluyoruz ve bu yolda hızlı ve emin adımlarla ilerliyoruz.

Kendini geliştirmenin esas olduğu bir dünya düzeninde, en temel öğelerde dahi birliktelik kuramayan bir toplumun nasıl bir şansı olur? Yol kenarında dilenene, kapalı ofislerde sabahtan akşama kadar elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan beyaz yakalıya, fabrikanın loş ortamında canını dişine takarak çalışan işçiye, köylüye, eğitimciye, turizmciye, sağlıkçıya, hukukçuya ne gibi bir yarın çizilebilir bu çerçeve içinde?

‘Modernleşen’, teknolojinin tüketim üzerine kurulmuş tüm nimetlerini efsunlanmışçasına kullanan bir gençlik yetişiyor. Geleceği hakkında tek bir cümle kurmaktan aciz bir gençlik… Uygarlıktan nasibini almamış, düşünmekten, dinlemekten, soru sormaktan olabildiğince uzaklaşan.

Kendisine saygı duymayan bireylerin oluşturduğu toplumların saygı görmeye değer olmadığı açık. Birçok olayda Türkiye’den söz dahi edilmemesi buna bağlı olamaz mı? Kadınına saygı duymayan, çocuklarına sahip çıkmayan bir toplumda insan haklarından, mutluluk ve refah içinde yarınlardan söz etmek mümkün olmasa gerek. Bu aşamada bizleri uygar ülkelerden kırmızı çizgilerle ayıran gerçek, toplumun önemli bir yüzdesinin bu ve benzeri istismarları görmezden gelmesi, siyasilerin, bunların karşısında kararlı bir duruş sergilemekten imtina etmeleri değil mi?

Kadınlar nüfusun yarısı… Sosyal yaşantıyı erkeklerle birlikte şekillendiren, ona yön verenler. Onları yok sayarak, biat kültürü içinde un ufak ederek toplumsal uzlaşma ortamı sağlanabilir mi? Seçimlerde ellerine mühür vererek potansiyel taraftar haline getirilen ancak hemen akabinde değersizleştirilenlerden söz ediyorum. Öz saygısı elinden alınmış, geleceğini erkeğin keyfine terk etmiş, yığınlaştırılmaya çalışılanlardan... İtiraz edenler elbette var. Gelin görün ki onlar hakkında – en medeni olduğu sanılan kesimlerde dahi – nasıl görüşler üretildiği, örneğin sosyal medyadaki okur tepkilerinden anlaşılabilir.

Çocuklar geleceğimiz! Doğru yönlendirilmeleri gerek ki ileride güzelin karşısında etkilenmeyi bilsinler. Onların yaptıkları ile gururlanabilmemizin, geleceklerine güvenle bakabilmelerinin, uluslar topluluğu içinde dik durabilmelerinin önemli gereği budur diye düşünüyorum. Oysa bindiği dalı kesen, geleceğini dinamitleyen bir toplum olduk. Bunun için nasıl bir hata yaptığımızı irdelememiz gerek!

Bilim ve sanattan uzak, moderniteyi kullanarak çağdaşlaştığına inanan bir toplumuz. Gülmüyoruz. Güzeli görmüyoruz. İyiye sırtımızı dönmüşüz. Saygı duyacağımız hiçbir öğe kalmamış hayatımızda… Çağdaş değiliz. “Barbarız” demek kastını aşar muhakkak ama, uygarlıktan uzaklaşıyoruz. Uygarmış gibi yaparak cümle âlemi aldattığımızı zannediyoruz.

Ve daha da ötesi düşman olmuşuz birbirimize, hem de en azılısından...